Dünyanın en büyük derbilerinden sayılırdı onlarınki... Hemen her sene şampiyonluk gelir, iki takımın birbirleriyle yaptıkları maça düğümlenirdi. İki rakip takımın taraftarı da birbirlerine 'kıl' olurdu. Hatta başka takımlarla oynarken yaptıkları tezahüratları birbirlerinden çaldıklarını iddia eder, en küçük bir kıvılcımda kavgaya tutuşurlardı. Taraftarların tribünlerdeki yerlerini alırken, atkı ve bayrakların yanında bıçak, maytap, yanıcı-kesici madde getirmeleri neredeyse vaka-i adiyeden sayılırdı. Hatta gruplardan birinin rakip takımın sembolü olan kanaryaların kafalarını kopararak sahaya atması, futbol teröründe ne kadar ileri gidebildiklerinin açık bir göstergesiydi. En bilinen olaylardan bir tanesi de 2-0 sona eren bir maç sonrasında çılgına dönen taraftarların, rakip takımın iki taraftarını öldürüp şehrin duvarlarına, "Artık maç 2-2" yazmalarıydı. Bu derbi her haliyle hem sportif anlamda, hem tribün ve taraftar grupları açısından, hem de yaşanan ve yaşatılan futbol terörü ile toplumdaki farklı sınıfları karşı karşıya getiren en köklü rekabetlerden biri olmuştu. Sadece kimin kimi kaç kez yendiğinden ibaret olmayan, saha içerisindeki skorun, saha dışında birbirilerini öldürerek eşitlendiğini varsayma noktasına kadar getirilmiş bir spor olayıdır. Hatta bundan da öte, iki sınıfın birbirileri ile yaptıkları varolma ve üstün gelme mücadelesidir. Ölmeden önce yolunuz düşerse bu derbiyi bir kez olsun yerinde izlemeniz tavsiye edilir, tabii bunun son izlediğiniz maç olma ihtimalini göze alıyorsanız! Maçın sonucu nasıl biterse bitsin, aylarca ülkenin en çok konuşulan konularından biri olacağı, geçmişteki tecrübelerden "garantilidir." Hangi derbiden bahsettiğimizi anladınız... Ama yanıldınız... Yukarıdaki satırlar Arjantin'in iki köklü kulübü Boca Juniors ve River Plate takımlarını ve taraftarlarını anlatmaktadır. İşin insanı dehşete düşüren tarafı, kendi ülkemizdeki futbolun geldiği noktayla haniyse 'tıpatıp' benzerliğidir!.. >> ah basına gelenler Bütün iyiler uykuda İstihbarat muhabirlerinin geceleri Dolmabahçe'de karargâh kurduğu, bizim de onlara takıldığımız günlerdi... Acı bile geçmişte kalmışsa güzeldir ama, o günler bir başkaydı... İnönü Stadı'nın karşısındaki çay bahçesindeki herhangi bir geceyi anlatmaya kalksam, o geceye haksızlık edeceğim için, "mekan" konusunu geçelim... "Biz kötülerle yaşıyoruz" derdi Akşam gazetesinden Eray, "Çünkü bütün iyiler uykuda..." ... Merkezden ekiplere yapılan anonsu dinleyip, polisten önce varırdık olay yerine çoğu kez... Bir keresinde, "Kahvehane taranmış" anonsunu duyunca Topkapı'daki bir kahveye girdik... Masadaki dört kişi de öldürülmüş, başları omuzlarına doğru düşmüş, iskambil desteleri hâlâ ellerindeydi... Dört gece muhabiri, adamların ellerinden kağıtları alıp, polis gelene kadar oyunu tamamlamıştı... ... Erol Taş'ın dâmadı Ferit Çiçek'in bir dönem "intihara teşebbüs" modası vardı... Aynı şov birkaç kez tekrarlanınca, iş çığırından çıkmıştı artık... Bir gün adam yine Boğaz Köprüsü'nün halatlarına tırmanmış, "Sıktı artık" diye kimse yerinden kalkmamıştı... "Gazeteciler gelmezse atlarım" diye tutturunca, polisler rica etti "Lütfen gelin" diye... Gittik olay yerine... İntiharkolik dâmât muhabirlere uzun süre baktı; "Star'dan Eyüp yok... Çabuk gelsin, atlarım yoksa..." ... Savaş Abi A Takımı'nın hazırlıklarını tamamlayıp, sabaha karşı sohbetin başını çekmeye gelir, biz de kelimenin tam anlamıyla, "muhabbetin terkisine otururduk." Sanırım o zamanlar anlatmıştı "Maslahatgüzâr" olayını... Savaş Ay bir gün genç muhabirlerinden biriyle büyükelçiliğe gitmiş... "Bak şimdi, maslahatgüzârla görüşeceğiz" diye tembih etmiş içeriye girmeden... Adamla tanışmışlar, sohbet etmişler, Savaş Abi genç muhabire demiş ki: "Ben kareden çıkayım, sen bir röportaj yap." Çocuk uzatmış mikrofonu; "Sayın Güzar..." diye başlamış sormaya... (Ömer Söztutan'dan...) >> Unutulmaz anlar Özletmeyeceğime söz vermiştim... Yine Yaşar, yine 8-0'lık İngiltere maçı... O maçla ilgili o kadar çok hatıra var ki, hakikaten kitap olur. Buyurun, o anlatıyor: "Aslında İngiltere ile 1984 yılında oynayacağımız o maça kadar inanın bir ay sürekli yan top çalıştık. Ancak o gün yediğimiz 8 golden 3'ü yan toptandı. Adamların nasıl gol atacağını biliyor, ama çaresini bulamıyorduk. Hayatımda oynadığım en tuhaf maçtı. Düşünün sahada 22 kişi var ve 21 tanesi bana bakıyordu. Çünkü maç hep benim kalemin önünde oynandı. Top sanki duvara çarpıp geri geliyordu. Maçtaki tek şutumuzu Erdal Keser atmıştı. Belki bin maç yapsak 8 olmazdı ama oldu. 40. dakikada 'Beni çıkarın' diye bağırdım, hoca başka alana değişiklik yaptı ben sahada kaldım, 8 golü de ben yedim. Maç sonu TRT spikeri geldi 'Ne hissediyorsun' dedi. Adamın suratına baktım 'Ne hissedeyim ki' dedim. İkinci İngiltere maçında takımın öbür kalecisi Fatih ile Milli Takım'da oda arkadaşıydık. İngilizlerden 3 maçta 21 gol yiyince (Bir 8 de Fatih yemişti) gazeteler 'Fatih ile Yaşar öyle iyi arkadaşlar ki, yedikleri (!) içtikleri ayrı gitmez' diye yazdı. İkinci 8-0'lık maçta kalede o vardı. Çünkü ilk 2 maçta 13 gol yediğim için oynamayacağımı biliyordum. Fatih sürekli beni sıkıştırıyor ve 'Abi ne olur, 8 olur mu?' diye soruyordu. Ben de, '1-2 olur, fazla olmaz' diyordum. O kadar çok sordu ki, bir gün darlandım, 'Yeter be. 7 olur, 9 olur ama 8 olmaz. O bana has!' deyip sıyrıldım. Maç 8 olunca, Fatih, 'Abi be, senin yapacağın tahmin bu kadar olur' dedi, hepimiz koptuk..." >> Unutulmaz sözler... Bernard Shaw ile Churchill geçinemezlermiş. Bir gün Shaw, Churchill'e bir davetiye göndermiş, not olarak da "Size iki kişilik davetiye gönderiyorum. Bir dostunuzu alıp gelebilirsiniz. Tabii dostunuz varsa" diye yazmış. Churchill hemen cevap göndermiş, "Maalesef o gece başka bir yere söz verdiğim için oyununuza gelemeyeceğim. İkinci gece gelebilirim, tabii oyununuz ikinci gece oynarsa..."