Federasyon'un Tam Saha dergisinde röportajı vardı Tümer Metin'in... "Camiaya mâl olmak bir insana ne veriyor bunu anlamış değilim" diyordu Tümer orada... Buna değer vermediğini mi anlatmak istiyordu, yoksa bunun değersiz olduğunu mu?.. Ben de bunu tam olarak anlamış değilim... Bir insanın koca bir camiayla isminin bütünleşmesi nasıl olur da değersiz olur? Kişinin kartvizitindeki en değerli unvandır bu; "Fenerbahçeli Cemil Turan", "Galatasaraylı Turgay Şeren", "Beşiktaşlı Sanlı Sarıalioğlu..." Sergen Beşiktaş'ı bırakıp gitti, 3-5 kulüp dolaştı, üstelik Fener'de de G.Saray'da da Trabzon'da da oynadı, seneler sonra döndü, tekrar gitti, küme düştü ama o hâlâ "Beşiktaşlı Sergen..." Tümer'se Beşiktaş'ta oynarken de hiçbir zaman "Beşiktaşlı Tümer" olamadı taraftarın gözünde. Tıpkı şu anda Ümit Karan'ın düştüğü durum gibi... Galatasaray'a geldiği günden bu yana kendini bir türlü "Galatasaraylı" olarak göremedi Ümit... Gol atarken de, kulübede otururken de o yaftayı boynuna asamadı. Bazen hocalarıyla, bazen yöneticilerle, bazen de arkadaşlarıyla takışıp hep eğreti giydi formayı... Ve birden bomba patladı... Ümit Fenerbahçe'ye gitmek istiyordu... Toz-duman dağılınca da bir açıklama yaptı: "Kalıyorum..." *** Belki en büyük Türk futbolcusu olarak anılabilirdi Tanju Çolak... Ama ne Galatasaray sahiplendi Tanju'yu, ne de Fenerbahçe. Tanju da ne Fenerli olabildi, ne Cimbomlu. Hiçbir camiaya ait olamadı. Türk futbol tarihinde sadece istatistiklerde yer bulabildi kendisine... Metin Oktay veya Rıdvan Dilmen gibi futbolu bıraktıktan sonra hiçbir tribünde adı geçmedi... Ümit, kaldı Galatasaray'da. Ama Ümit Karan olarak. "Galatasaraylı Ümit Karan" olarak değil... > Unutulmaz anılar 1960 Roma Olimpiyatları... 55 kişilik Türk sporcu kafilesi İtalya yolculuğundan önce resepsiyonda bir araya geliyor. O dönemde güreşte dünyaya nam salmış durumdayız. Bu yüzden en iddialı sporcularımız güreşçiler... Ancak "saflıklarından" olsa gerek sık sık kafilenin diğer sporcularının espri malzemesi oluyorlar, horlanıyorlar. En çok dalga geçen de ünlü atletimiz Ekrem Koçak... Bu durum İsmet Atlı Ağabeyin içine oturuyor ama ağzını açıp tek kelime etmiyor... Oyunlar başlıyor en çok madalyayı beklendiği gibi güreşçilerimiz alıyor. İsmet Atlı Ağabey de kürsünün en tepesine çıkarak 87 kiloda Türkiye'ye olimpiyat altını getiriyor. Atletizmden tek madalya yok tabii. Hatta çoğu dalda hayal kırıklığına uğruyoruz, dereceleri zorlayamıyoruz bile... Olimpiyatların dönüşünde Roma'da da bir resepsiyon düzenleniyor. Bu defa yüzünden gülümseme eksik olmayanlar güreşçiler, asık suratla dolaşanlar ise atletler... Fırsat bu fırsat diyerek Ekrem Koçak'a yanaşan İsmet Atlı Ağabey başkalarının da duyacağı şekilde takılıyor; - Ekremcim Roma Olimpiyat Stadı'nda atletizm pistinde senin yarışını izlerken gözlerim yaşardı, göğsüm kabardı. İçimden dedim ki; "Helal olsun bizim Ekrem'e, bütün gâvurları önüne katmış nasıl da kovalıyor!..." HHH Kısa bir süre de olsa İsmet Atlı Ağabeyle gazetede birlikte mesai yapma mutluluğuna eriştik... O olimpiyatların üstünden geçen 30 küsur senenin ardından gazetemizde "Şampiyonun not defteri" isimli köşesinde hatıralarını kaleme alıyordu. "Deli" kuvvetiyle önüne gelenin bileğini yere seren bizim Mehmet Uluç, 65 yaşındaki bir adamın kolunu milim bile kıpırdatamamıştı. İsmet Ağabey de bu "ufaklığı" rezil etmemek için başını okşayıp "Sen daha gençsin bir 10 yıl sonra sen güçlenirsin, ben iyice yaşlanırım o zaman belki beni yenersin" demişti. Olayın şaşkınlığını üstünden atamayan Mehmet o saflıkla, kafasına takılan başka bir soruyu sormuştu olimpiyat şampiyonuna; - İsmet Ağabey, sen yazıyosun ya böyle "Şampiyonun not defteri" filan diye... - Eeee - Abi sen hiç Türkiye şampiyonu filan oldun mu sahi!.. > ah basına gelenler Haritadan yer seç! Mesut Yılmaz'ın Başbakan olduğu yıllar... Diyarbakır'da bir dizi açılışa katılacak olan Yılmaz'ı, kalabalık bir basın ordusu takip ediyor. Gazetecilerin her birinin ayrı ayrı araçlarla takibe katılıp konvoyu uzatmaması için toptan çözüm bulunmuş, bütün gazetecileri tek bir otobüse doldurmuşlar dolaştırıyorlar. Ancak gazeteci tayfası bundan son derece rahatsız. Koca otobüs kafilenin sürekli gerisinde kalıyor, ortada takip diye bir şey kalmıyor. Üstüne üstlük bir de kavşakta polisin biri otobüsün önünü kesince homurdanmalar başlıyor. Bizim Osman Sağırlı'nın da olduğu otobüste bir gazeteci camdan kafayı uzatıp polise sesleniyor; - Memur Bey biz gazeteciyiz, Başbakan'ın aracı çoktan uzaklaştı şu trafiği kesin de bize bir yol verin... Polis memuru oralı bile olmuyor, duymazlıktan geliyor. - Memur Bey size söylüyoruz açsanıza yolu! - Kırmızı yanıyor görmüyor musunuz, bekleyeceksiniz? - Ya bak sen çok dik kafalısın sürdürürüm seni ha! - Sürdür ulan, buradan daha ötesi mi var ki!.. > Unutulmaz sözler... "Kefen giyerim, Galatasaray forması giymem" (Elvir Baliç)