Sevdiğim laflardandır yukarıdaki söz... Genç bir ekip ve amatör bir ruhla sahaya çıkıyordu her defasında Sivas... "Şimdilik iyi gidiyor, yakında düşer" diyenlere inat, zirvenin en tepesine büyük bir azimle tırmanıyordu. Kendi bütçelerinin kat be kat üstünde maliyetleri olan takımları kıskandıracak profesyonellikte oynuyorlardı üstelik. "Bizim hedefimiz şampiyonluk değil. Bu lafı kullanmak bize yasak" demelerinin iki sebebinin olduğunu düşündüm hep. Biri ve en akla yakın olanı, "Büyük bir iddia ortaya koyarsak, dengeleri bozarız, birileri altımızı oyar, tekerimize çomak sokar" düşüncesi. Diğeri de kabullenmek istemediğim, "Hakikaten buraya nasıl geldiğimizi biz de bilmiyoruz. Saman alevi gibi bir anda söneriz" önyargısı... Trabzonspor, nasıl ki lige yeni çıktığı dönemlerde "Şampiyonluk benim ne haddime" diye düşünmediği için 4. büyük olduysa, Sivas'ın da, "Estağfirullah, bize mi kalmış" ezikliğinden kurtulması lazım. Fenerbahçe şampiyon olursa Fenerliler, Galatasaray olursa Galatasaraylılar, Beşiktaş olursa Beşiktaşlılar sevinecek. Ama bu ligde Sivas şampiyon olursa eminim bütün ülke sevinecek. Kolay mı? Değil. Ama imkânsız mı? O da değil. İmkânsız olsaydı Trabzon da olamazdı. Olay gelip "para"ya bağlanıyor. Sahada oynayan para değil. Bir futbolcu parasını alsa da almasa da yüreğini ortaya koyuyorsa başarı o zaman geliyor. Bu ülkede Ricardinho'lara, Lincoln'lere, Appiah'lara milyonlarca dolar verildi. Ama neredeler? Oynadıklarını gören, duyan, bilen var mı? Kaç maç kurtardılar bu sezon, kaç puan kazandırdılar takımlarına? Her şey düşüncede başlar. Bugün şampiyon olmayı düşünürsen ve ona göre plan-program yaparsan, yarın bir bakmışsın ki gerçeğe dönüşmüş. "Ben şampiyon olmayı düşünmüyorum" dersen de, birileri gelir en iyi futbolcunu elinden alır, senden aldığı futbolcuyla şampiyonluk turunu da, cakasını da o atar... Hayal kurmak başka şey, o hayallerin peşinden koşmak başka şey... Sivas "param yok" demesin... Hayal kurmak bedava... Unutulmaz anılar Cemil Turan... 5-6 hafta önce de yazmıştım bazı hatıralarını. Bu da devamı... "Ankara'da Rusya'ya karşı yağmurlu günde bir maça çıkmıştık. Sahada su birikmemesi için sahanın kenarlarına delikler açmışlar. Koşarken ayağım bu deliklerden birine girdi. Dizim döndü. Daha sonra hem iç hem dış menüsküsten ameliyat oldum. Bu sakatlığın dışında ufak tefek sakatlıklarım da oldu tabii ama bu sakatlıkları bahane ederek hiçbir zaman oynamamazlık yapmadım. 1993 yılında Rıdvanlı, Aykutlu Fenerbahçe kadrosunda futbol sorumlusu olarak görev aldım. Bu yıllarda 'bağ'lardan bahsedilmeye başladı. Sürekli bir yerlerde birilerinin bağları kopuyor, maçlara çıkamıyorlardı. Peki bizim zamanımızda futbolcuların bacağında bağ yok muydu? Ben, futbol hayatım boyunca birlikte oynadığım futbolcu arkadaşlarım da dahil olmak üzere bağ sorununa rastlamadım. Şimdiki teknik direktörlere, futbolculara, doktorlara soruyorum, cevabını alamıyorum... Parmağım kırılmış mesela, kırılsın, ne var bunda? Ufak tefek şeyler bunlar... Bizler, futbol oynamak için can atardık. Bazen adale çekmesi olurdu, bir hafta oynamazdık, sonraki hafta bomba gibi olurduk. Ayağı çeken, iki-üç hafta oynamıyor şimdi. O çamurlu sahalarda, büyük sakatlık hemen hiç yaşanmazdı. Hatta bazen kendi kendime soruyorum... Acaba o çamur muydu bizi güçlü kuvvetli yapan diye... Ya da çim sahalar, bağlar için zararlı, futbolcuların ayağı kayıyor ve bağları kopuyor!.." ah basına gelenler > Affet Recep Abi! Beşiktaş Kulübü'nün Akaretler'deki eski kulüp binasının olduğu zamanlar... Transfer döneminde bütün muhabirler "iş atlamamak için" sabah 09.00'da orada kamp kurar, rahmetli Ahmet Amca'yla beraber gecenin bir vakti kapıya kilit vururlardı. Gazetedeki işleri bitiremediğimden, kulübe geçmeye fırsat bulamamıştım. "Belki bir gelen giden olmuştur. En iyisi kulübü bir arayıp oradaki gazeteci arkadaşları bir kolaçan edeyim" düşüncesiyle telefona sarıldım. Karşıma Ahmet Amca'nın çıkacağından emin bir şekilde beklerken Recep Abi kapmış telefonu... "Buyrun" der demez, sesimi kalınlaştırıp, "Yav abicim n'oldu haberler" diye çıkıştım!.. "Meriç Abi sen misin" deyince de oyuna devam edeyim dedim... - Abi saatten haberin yok galiba... "Valla abi ben de şimdi seni arayacaktım. Biraz önce Feyyaz geldi. Yanına gittim, özel konuştum, o yüzden geciktim" deyip özel haberini bir güzel ayrıntısıyla yazdırdı bana. İşini yapmış olmanın rahatlığıyla gazeteyi bir daha arayıp sormayınca bu defa Meriç Abi'den gerçekten yemiş fırçayı... Ertesi gün de bana dert yanıyordu, - Yav dün biri işletmiş beni. Gazeteye zor yetiştirdim haberleri. Durduk yerde fırça yedim bir de... Bunu yapanı bir bulsam var ya!.. - Allah Allah... Ne adamlar var ya Recep Abi!.. Yıllar sonra o da şimdi sizinle beraber öğrendi... Affet, Recep Abi... Unutulmaz sözler... "Takımı yenildiğinde ağlamayan, hiçbir zaman büyük futbolcu olamaz" (Gheorghe Hagi)