Bizler en küçük bir futbol karşılaşmasında savaş çıkarırken, Irak Milli Takımı, savaştan futbol çıkardı! Antrenman yapacak sahaları yoktu. Olsa bile tank namlularının gölgesinde koca bir şampiyonaya hazırlanacak huzurlu bir ortam hiç yoktu. Ülkede kan gövdeyi götürürken, gözü yaşlı insanlar her gün yeni bir ağıt yakarken, Asya Şampiyonası'na katılmak; "maksat spor olsun"dan öteye geçemezdi. Irak'ta düşman tek değildi ki. Yeni dünya düzenini kurmaya çalışanlar, yıllardır aynı topraklar üstünde kardeşçe yaşayan insanları birbirine düşürmeyi başarmıştı. Kardeş kanıyla sulanan topraklara, "barış ve özgürlük getirme" iddiasında bulunuyorlardı. Bir ülkenin onuru, gururu ayaklar altına alınmıştı. Öyle ki, en küçük bir sevinç bile onlara çok görülüyordu. Ülkenin hemen hemen bütün etnik ve dini gruplarından isimleri bünyesinde toplayan Irak Futbol Takımı, şampiyonada her geçen gün bir adım daha ilerledikçe "milli birlik" ortaya çıkıyordu. Ülkedeki Şii, Sünni ve Kürt vatandaşlar, rakip kaleye atılan gollerle teselli bulur olmuştu. Irak takımı finale doğru adım adım yaklaşırken, halkın gösterdiği birlikteliği hazmedemeyenler de vardı. Takımın finale kaldığı Güney Kore galibiyetinin ardından çeşitli yerlerde yapılan kutlamaların ortasına bombalar düşmüştü; sonuç; 50'den fazla ölü... Irak, bir futbol turnuvasındaki başarısını bile çekemeyenlere, şampiyonluk kupasını havaya kaldırarak cevap verdi. Futbol sevinciyle yaşanan bu ortak sevinç tablosu, ülkede teröre karşı en iyi mesaj olurken, sporun birleştirici gücünün de ispatı niteliğindeydi. Normalde, bir ülke, içinden çıkardığı sporcularla "milli" takımını kurar. Irak ise, kurduğu takımla ülkesini "milli" yapmıştır. Hepimizin Irak Milli Takımı'ndan örnek alması gereken şeyler var. Maç Saracoğlu'nda diye tribünleri sadece Fenerlilerin doldurduğunu, golü Fatih Tekke attı diye en çok da Trabzonluların sevindiğini, ya da İnönü'deki bir maçta Fener'le-Galatasaray'la uğraşıldığını az görmedik. İbret almak için yanı başımıza bakmamız yeterli. Irak, o kadar da ırak değil... > Unutulmaz anılar Veli Hoca'da malzeme bol ama biraz ara verelim... Biz yine eski bir hikayeye, meşhur 8-0'lık İngiltere-Türkiye maçlarına dönelim. Abdülkerim, yeni yetme 18 yaşındaki Lineker'ı tutmakla görevlendirilmişti Coşkun Özarı Hoca tarafından... Bir korner sırasında adamını kaybedince, Cem Pamiroğlu'na "Benim adamı gördünüz mü" diye sorup, "Biraz önce buralardaydı" cevabını aldığını yazmıştık. Abdülkerim'in tuttuğu, pardon tutamadığı Lineker, ilk milli maçında 3 gol atmıştı Milli Takımımıza. Gerisini Abdülkerim anlatıyor; "Maç bitti, forma değiştireceğiz, ben de maç içerisinde Lineker'a giderek 'Formamızı değiştirelim' dedim. Adam maçtan sonra gündeme geldi, bütün kameralar onun başına toplandı. Adamı şöhret yaptım bir yerde. Ben onu iyi tutsam, gol atamasa kameralar ona gider miydi? O da bana 'Bekle, röportaj yapıyorum, formayı sonra alırsın' dedi. Soyunma odasına gittim. Arkadaşlara 'Görüyor musunuz, herifi dünya futboluna kazandırdım, bana bekle diyor' dedim. O maçtan sonra Lineker dünya kupalarında, Avrupa kupalarında gol attı, ismi duyuldukça Fenerbahçe'de arkadaşlar 'Seninki gene Arjantin'e atmış' diye bana takılıyorlardı. O gün ben iyi oynasam belki de Leneker'ın futbol dünyasında böyle bir yeri olmayacaktı. Boş adam değil, ama hayırsız!.." > ah basına gelenler Şemsettin diye biri yok! Cem Çetin, özellikle araştırma yazılarıyla kendine spor basınında haklı bir yer edinmiş, genç yaşına rağmen akademik kariyerini büyük bir hızla tamamlamış, üniversitede hocalık yapan bir abimiz. Özellikle Fransız kültürünü su gibi ezbere bilen, sık sık Fransız gazetecilerle bilgi alışverişinde bulunan, L'Equippe'e makaleler yazan biri. Spor servisinin telefonu çalınca o sırada masanın önünden geçen sayfa sekreteri Erdinç ahizeyi kaldırdı. - Buyrun! Karşısındaki şahıs bozuk bir Türkçe'yle heceleyerek konuştu; - Merhaba, L'Equippe'ten arıyorum, Zem Setin'le (Cem Çetin) görüşmek istiyorum. - Efendim? - Zem Setin lutfen... "Yok öyle biri" deyip telefonu kapattı Erdinç. Sonra da soran gözlerle kendine bakan servisteki diğer arkadaşlarına durumu açıkladı: - Lekip diye biri, Şemsettin diye birini soruyo... Ben de kapattım telefonu... > Unutulmaz sözler... Vedat Okyar: "Sergen koşmadığın için çok eleştiriliyorsun, ne diyorsun bu konuda? Sergen Yalçın: "Ya Vedat Abi, ben koşunca yoruluyorum, bunu kimseye anlatamıyorum bir türlü!..