Aslında bütün keyfimiz kaçmıştı maçtan önce... Hiç hesapta olmayan bir Bosna Hersek mağlubiyeti, Brezilya maçının heyecanını silip süpürmüştü. Mağlubiyet, hem gurbetçilerin ilgisini azaltmış, hem de dev maçın tansiyonunu düşürmüştü. Kafalarda, "Bosna'dan 3 yiyen takımı, Brezilya kim bilir nasıl parçalar" düşüncesi vardı. Takımlar sahaya çıktığında bir de baktık, Brezilya diye sanki bize ikinci, üçüncü takımlarını kakalamışlardı. Daha bir gün önce idmanda burun buruna geldiğimiz, dokunduğumuz o Ronaldinho'lar Kaka'lar, Gilberto Silva'lar yedek kulübesinde oturuyordu. Belli ki, Dunga iyice hafife almıştı bizimkileri. Maç başladı, Türkiye bastırıyor, dakikalar geçiyor ay-yıldızlı takım golleri kaçırıyordu. Arda'sı Yıldıray'ı, Tuncay'ı Hamit'i Sabri'si sahada samba yapıyor. Adamları tanımasak formaları değiştirmişler diyeceğim. Fatih Terim, Bosna karşısına çıkarması gereken on biri Brezilya maçında sahaya sürmüştü. Bir de futbolcuların kafasında, "Gösterelim şunlara kim olduğumuzu" fikri yerleşince, seyrine doyum olmayan bir Türkiye izliyoruz. Yıldıray ve Arda gibi iki top çambazı kamikaze dalışlar yapıyor Brezilya kalesine. İkinci yarıda Ronaldinho ve Kaka gibi yıldızları oyuna alan Dunga, işin ciddiyetini nihayet kavrıyor. Ancak yakaladığı tempoyu düşürmeyen, sağlı sollu bastıran bir Türkiye vardı sahada. "İki hareket çeksin de mest olalım" diye bütün gözler Ronaldinho'ya kilitlenmişken, neredeyse topla buluşmuyor dişlek çocuk. Buluşacağı bütün topları Aurelio kesiyor, ama kafayla ama röveşatayla. Bu Aurelio, Brezilyalı mı ne!.. Başından sonuna kadar nefis oynadık Brezilya karşısında. Ah bir de gol atsaydık, hiç değilse 2002'nin rövanşını aldık diye, koca Brezilya'yı yendik diye, kasım kasım kasılacaktık Westfalen'de. Adettendir; bir paragraf da Tugay'a açalım. Ne de olsa jübile yaptı büyük kaptan. Avrupa'ya giden oyuncularımız içinde en istikrarlısı olan Tugay, profesyonelliğiyle İngilizleri bile mest etti. Büyük kaptana böylesine bir jübile de yakıştı hani.