Hırvatistan'ı belki eledik, belki evimize döndük, bilemiyorum. İkisi de şaşırtıcı bir sonuç olmaz. Öyle bir takımız ki, sağımız solumuz belli değil. Buraya kadar geldiğimiz noktada bile bütün dünyayı şaşkına çevirirken bu duruma en az şaşıran da yine biz Türkler olduk. Çünkü biz bizi biliriz. Ne yapacağımız belli olmaz. Şampiyonada sıfır da çekebilirdik, final de oynayabilirdik, ortamız yok bizim. Her ne sonuç çıktıysa çıksın fark etmez. Bir gerçek var ki, Türkiye, Avrupa Şampiyonası'ndaki 16 takım içinde turnuvaya en çok heyecan katan takım oldu. Hayır, futboluyla değil, son dakikalara sığdırdığı aksiyon filmlerini aratmayacak adrenalin yüklü sonuçlarla. Maçtan önce Hırvatların hocası Slaven Bilic, "Türklerin belli bir sistemi yok" demişti. Doğru. Bizim en büyük sistemimiz sistemsizlik. Daha Cenevre yollarına düşerken biri her an sakatlanmaya aday, biri zaten sakat, biri de sağı-solu, ortası olmayan 3 stoperle yola çıktık. Takımın beyni olacak Emre, İngiltere'de sezonun yarısını sakat, öbür yarısını da kulübede geçirdi. Nihat La Liga'da golleri sıralarken, hiçbir maçını ay-yıldızlı forma altında oynadığı sistemde atmadı. Hamit ne Bayern'e giderken, ne Bayern'de sağ bek oynadı. Yenmiş de olabiliriz, yenilmiş de. İkisi de şaşırtmaz. Ah biz çılgın Türkler!.. Bak hocam yazımı 70. dakikadan sonra değiştirmiyorum, aksine 700 dakika önceden yazıyorum. İki sonuca da uydu di mi? Alpay ve Servet Hırvat maçı deyince hemen akla Alpay Özalan geliyor. Hani EURO96'da Hırvatistan maçında Vlaovic'i gole giderken yakalayıp el-ense çekip düşürmemişti de Fair Play ödülü vermişlerdi. Ligde hemen her Galatasaray maçında en yakın arkadaşı Hakan Şükür'ün burnuna estetik yaptırmasına sebep olan Alpay'ın orada centilmenliği tutmuştu. O mağlubiyetle başlamıştık, sıfır çekip dönmüştük. O centilmen Alpay neler yapmıştı sonra? Kadıköy'deki İngiltere maçında Beckham penaltıyı kaçırınca burnunu burnuna dayayıp bir güzel içindekileri dökmüştü. O vukuattan sonra İngiltere'den kovulmuştu. Hırsıyla oynuyordu, yürekten oynuyordu kabul. Ama çoğu maçta bu hırsı bizi yakıyordu. O centilmen Alpay, İsviçre'yle yine Kadıköy'de oynadığımız baraj maçlarının ikincisinde adamları çiğ çiğ yemeye yemin etmiş şekilde maça çıkmış, bu aşırı konsantrasyonu yüzünden daha maçın başında topu ceza sahasında tokatlayıp penaltıdan 1-0 geriye düşmemize sebep olmuştu. Şimdi takımda hırsıyla ve yüreğiyle oynayan biri daha var; Servet Çetin. Rakiple-hakemle didişmeyen, ama her topa kafasıyla, gözüyle, yüreğiyle, dalağıyla dokunmaya çalışan, rakiplerin bile saygı duymasına sebep olan bir Servet... Şöyle bir düşünelim diye yazdım, Servet'in kazandırdıklarını, Alpay'ın kaybettirdiklerini... Unutulmaz sözler... "Benden daha fazla milli olmuş biri varsa eleştirdiği her şey kabulümdür" (Rüştü Reçber)