Tümer metin olamadı

A -
A +

Koluna yaptırdığı dövmeden mi güç alıyordu bilinmez. Kimseye hesap vermeyen, eyvallahı olmayan bir futbolcu profili çizmek için uğraştığını hissederdim hep. "Okumuş çocuk", "Marjinal adam", "Entel futbolcu" tiplemesi çizmek için özellikle uğraştığını gördüm sonra. Söylemleri ve eylemleri onu 'kültürlü' görünmekten çok, 'absürd' gösteriyordu, farkında değildi. Beşiktaşlı taraftarlar sevemedi onu bir türlü, siyah-beyaz forma içinde bile. Tepeden bakan tavırları aralarına bir set örmüştü sanki. "Bir varmış, bir yokmuş" futbolu, gel-gitler yaşatıyordu herkesin kafasında. Bazen sol ayağı usta bir çilingir gibi kapıları açıyor, bazen de gereksiz gördüğü kartlarla takımını sahada 10 kişi bırakıyordu. Varlığı bir dert, yokluğu bir başka dert oluyordu hep. Nedense geçen seneki kupa finalinde kupayı Fenerbahçe'nin elinden alıp Beşiktaş'a getirmesi bile onu "Beşiktaşlı Tümer" yapamadı. Peki o zaman neden kızmışlardı Fenerbahçe'ye gitmesine? Kızdıkları şey onun Fenerbahçe'ye gitmesi değil, gidiş şekliyle ilgiliydi çünkü. İkinci Başkan Murat Aksu'yla konuşup, Beşiktaş'ta kalacağının sözünü vermesinden birkaç saat sonra Fenerbahçe'nin kapısını çalmasınaydı Beşiktaşlı taraftarların kırgınlığı. Ve sarı-lacivertli formayı sırtına geçirir geçirmez, Beşiktaş'tan "o takım" diye bahsetmesine... Aylar sonra İnönü'ye "rakip futbolcu" olarak çıktığında Beşiktaş taraftarının kendisini hiç de iyi karşılamayacağını biliyordu. Onlardan gelebilecek hakaretlere, küfürlere karşı o kadar motive olmuştu ki, gereksiz bir intikam (!) hissiyle "işi bitiren adam" olmak için çabaladı durdu. Futbolu basit oynamak yerine, ince işlerle can yakmaya çalışınca top kaybetti, kendini kaybetti, takımını bir kişi eksik oynattı. İnönü'de ıslık sesinden başka bir tepki görmeyince şaşırmış, hatta kızmış gibiydi. Kendisine eski bir dost tarafından uzatılan eli sıkmaması ve "nasılsın" sorusuna küfür yemiş gibi karşılık vermesi çoğu zaman kontrol edemediği hislerinin ne kadar esiri olduğunun göstergesiydi. Fenerbahçe'ye gitmesinin "profesyonelce" olduğunu söylediği gibi, sahada da "profesyonelce" davranmış olsa kim bilir belki de Fenerbahçe'ye turu getiren adam olabilirdi. Ama Tümer İnönü'de metin olamadı... ah basına gelenler Hayalet avcıları Gece muhabirlerinin 'toplanma' mekanıdır Dolmabahçe. Göreve çıkan "gece kuşları" bir ellerinde telsiz, diğer ellerinde fotoğraf makineleriyle İstanbul'un merkezinde bir yer olması sebebiyle hep orada konuşlanır. Polis telsizinden gelen bir çağrı üzerine çoğu zaman da onlardan önce olay yerine varır. Arkadaşı izinli olduğu için Günaydın'ın telsiz dinleme odasında göreve kalan bir muhabir, arkadaşlarıyla biraz kafa bulmak, biraz da açık havada olmak yerine gazetenin kasvetli ortamında kalmış olmanın intikamını almak için bir oyun oynamaya karar verir. Telsizle gazetenin diğer muhabirine, "İstanbul semalarında garip bir cismin dolaştığını, Kandilli Rasathanesi'nden olayı doğrulattığını, bunun fotoğrafını çekip çekmediklerini" sorarak orada bulunan bütün muhabirlerin kulağına kar suyu kaçırır. İstanbul semalarında UFO arayan bütün muhabirler, parlak gördükleri her cismin fotoğrafını çekip, başka gazetenin elemanlarından aldıkları istihbaratı, kendi haberleriymiş gibi gece şeflerine yazdırır. Herkesin 'tongaya düştüğünü' öğrenen şakacı gazeteci, ertesi gün çıkacak şamatayı düşünerek keyfine keyif katmıştır. Ancak beklediği gürültü, öbür gazeteci arkadaşlarından değil, kendi şefinden gelir; - Olum gece uyuyo musunuz siz burda yaa. Bütün gazetelerde çarşaf çarşaf UFO haberleri var, bizde tek satır yok!.. Unutulmaz anlar Hiddink, ülkemize gelen yabancı teknik direktörlerin içinde belki de en ilginç olanıydı. Dünyanın en büyük hocaları arasında ismi geçen Hollandalı, Fenerbahçe'den adeta arkasına teneke bağlayarak kovulmuştu. Ve tabii yazdığı kitabında Türkiye'deki günlerinden bahsetmese herhalde büyük eksiklik olurdu. Buyrun burdan yakın... "PSV ile yolları ayırdıktan sonra Fenerbahçe yöneticileri ile Düsseldorf'ta buluştuk. 250 bin mark alıyordum. Başkan Metin Aşık 800 bin mark ödemeyi kabul edince zaten teklifi geri çeviremezdim. İmza aşamasına gelindiğinde hâlâ paramı almamıştım. Başkan 'Merak etme, imzayı at hallederiz" diyordu. 'Hayır' dedim. Yöneticileri dışarı gönderdi. 2-3 saat sonra gazete kağıdı içinde param geldi ve sonunda imzayı attım. Yöneticilerle sık sık yemeğe gidiyorduk. Geceleri halı sahada top oynardık. Sahaya çıktığımızda yönetici, tesis sorumlusu hatta aşçı hepsi eşitti. Herkesin o anda sadece futbolu düşünmesi beni çok etkiledi. İstanbul'a geldiğimizde ilk öğrendiğim kelime "toplantı"ydı. Hep toplantı yapardık ama toplantıda hiç bir şey adam gibi konuşulmazdı. Kısa sürede herkes birbirinin boğazına sarılırdı. Kimse kimseye güvenmezdi. İlk lig maçımızda hem de kendi sahamızda Aydın bizi 6-1 mağlup ettiğinde otobüsün perdelerini kapatmak zorunda kaldık çünkü kızgın taraftarlar bizi taş yağmuruna tuttu. Kontratımda kadroyu benim kuracağıma dair bir madde vardı. Haftalar geçtikçe yöneticiler yanıma geldi. Hepsinin kendi oyuncusu vardı. 'Benim oyuncum neden oynamıyor?' diyorlardı. Hatta bazen sigara kutusunun arkasına ilk 11 yazan yönetici bile vardı. Bir bayan tesislere gelerek benimle tanışmak istediğini söyledi. Hatta beni ailesiyle de tanıştırmak istiyordu. Hiç art niyet aramadım. Almanca konuşuyordu. Evine gittim, kahve içtim, çıkarken kapıda flaşlar patladığında tuzağa düştüğümü anladım." Unutulmaz sözler... "Ben yeşil sahada dinlenirim, orada her şeyi unuturum. Ne zaman ki maç biter, işte o an benim yalnızlığım başlar." (Roberto Carlos) Yakıştır > Tamam Kaboul ediyorum... > Sagna kaç kere söyledim ... > N'Diaye bilmeden konuşuyon... > Kalabane tüküreyim senin... - Öyle Traore işlerle uğraşma yaa... CAHITE boşluk yorumunu yaz Turkcell, Telsim, Avea 2866'ya gönder (4 SMS/ 8 Kontör)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.