Sportif alanlarda ülke olarak ne kadar geride olduğumuz Çin'deki olimpiyatlarda bir tokat gibi yüzümüze patladı. Atina'dan daha iyi bir derece yapmak iddiasıyla gittiğimiz Çin'de adeta nal topladık. Peki nasıl olduk da bu hale düştük? Eskiden ferdi sporlarda, takım sporlarından daha başarılıydık. Hem milli takımlarımız hem de kulüp takımlarımız uluslar arası alanlarda bir iki sürprizin ötesine geçemezken en azından bazı branşlarda dünya şampiyonları, olimpiyat şampiyonları, Avrupa şampiyonları çıkarırdık. Son yıllarda ise takım sporlarında belli bir başarı çizgisi yakalamışken, "ata sporu" diye övündüğümüz dallarda bile kürsüye uzaktan bakar olduk. 70 küsur milyonluk bir ülkenin olimpiyatlara gönderebildiği sporcu sayısı bile komik. Nüfusu bizimkinin 5'te biri, 10'da biri ülkeler bile iki misli sporcu gönderebilmiş Çin'e. Türk sporunun acilen yeniden yapılanmaya ve atılım yapmaya ihtiyacı var. Gözü futboldan başka bir şey görmeyen, transfere milyonlar harcayan ve buna rağmen de uluslar arası arenada bir başarı yakalayamayan kulüplerin amatör branşlara da el atması, bunun devlet tarafından da teşvik edilmesi şart. Fenerbahçe bir nebze de olsa futbolun dışındaki branşlara da yatırım yaparak bu konuda en azından çaba gösteriyor. Ancak bunun da yeterli olmadığı çok açık bir şekilde ortada. Kulüp kongrelerinde bile başkan adayları seçim yatırımı olarak futbol takımına yapacakları transferlerle göz boyamaya çalıştığı sürece, diğer branşlara üvey evlat muamelesi çekmeye devam ettiği sürece yüzümüz gülmeyecek. Son 15-20 yıldır devşirme sporcuların sırtında birkaç madalya toplayan Türkiye'nin kendi başarısızlığıyla yüzleşmesi ve sporcu yetiştirmeyi bir devlet politikası olarak benimsemesi ve yeniden programlaması lazım. 3-5 göstermelik tesis açılışıyla sporcu yetiştirilmeyeceği artık çok açık bir şekilde ortadadır. Spor politikamızı acilen değiştirmeli ve doğru bildiğimiz şeyleri bir an önce unutup yeniden öğrenmeliyiz... Sibel, Nazmi ve Elvan'ın madalyaları sporda başarısız olduğumuz gerçeğini değiştirmez. Bize bir nebze moral olur ancak... Unutulmayan anılar... Gerçi şimdiki mevcut durumumuza da pek uymuyor ama olimpiyatların hatırına yine de gider. 1960 Roma Olimpiyatları... 55 kişilik Türk sporcu kafilesi İtalya yolculuğundan önce resepsiyonda bir araya geliyor. O dönemde güreşte dünyaya nam salmış durumdayız. Bu yüzden en iddialı sporcularımız güreşçiler... Ancak "saflıklarından" olsa gerek sık sık kafilenin diğer sporcularının espri malzemesi oluyorlar, horlanıyorlar. En çok dalga geçen de ünlü atletimiz Ekrem Koçak... Bu durum İsmet Atlı Ağabeyin içine oturuyor ama ağzını açıp tek kelime etmiyor... Oyunlar başlıyor en çok madalyayı beklendiği gibi güreşçilerimiz alıyor. İsmet Atlı Ağabey de kürsünün en tepesine çıkarak 87 kiloda Türkiye'ye olimpiyat altını get iriyor. Atletizmden tek madalya yok tabii. Hatta çoğu dalda hayal kırıklığına uğruyoruz, dereceleri zorlayamıyoruz bile... Olimpiyatların dönüşünde Roma'da da bir resepsiyon düzenleniyor. Bu defa yüzünden gülümseme eksik olmayanlar güreşçiler, asık suratla dolaşanlar ise atletler... Fırsat bu fırsat diyerek Ekrem Koçak'a yanaşan İsmet Atlı Ağabey başkalarının da duyacağı şekilde takılıyor; - Ekremcim Roma Olimpiyat Stadı'nda atletizm pistinde senin yarışını izlerken gözlerim yaşardı, göğsüm kabardı. İçimden dedim ki; "Helal olsun bizim Ekrem'e, bütün gâvurları önüne katmış nasıl da kovalıyor!...