İsrail 1992’den bu yana Hizbullah’ın liderliğini yapan Hasan Nasrallah’ı öldürdü, üstelik yanında (hayatta kalmayı başarabilen) 10’dan fazla diğer komutanıyla birlikte. Birçok kaynağa göre Nasrallah, geçtiğimiz haftalarda düzenlenen çağrı cihazı saldırılarından sonra çok az insanla görüşüyor, kişisel güvenliğini en üst düzeyde tutmaya özen gösteriyordu. Anlaşıldığı üzere bu yöntem çok da işe yaramamış. Reuters’e konuşan İsrailli bir yetkili, istihbarat çalışmalarını 20 yıldır Hizbullah’a odakladıklarını, Hasan Nasrallah’ı istedikleri zaman istedikleri her yerde öldürebileceklerini ifade etmiş. Tıpkı çağrı cihazları saldırısında olduğu gibi Nasrallah’ı hedef alan son İsrail hamlesi de bize bir şey anlatıyor:
İran ve desteklediği güçler, delik deşik olmuş bir haber alma ağının labirentlerinde yollarını kaybettiler. Öyle ki, nereye sapacaklarını, kime güveneceklerini, hangi yolu izleyeceklerini bilmiyorlar. Çok açık. Tahran’ın en güvenli kamu misafirhanesinde Hamas lideri Haniyye, 32 yıldır her sokağını ve yeraltı ağını bildiği Beyrut sokaklarında Hasan Nasrallah öldürüldü. Hizbullah’ın ve İran Devrim Muhafızları’nın üst düzey yetkililerini hesaba katmıyorum bile. Onlar deyim yerindeyse “Babalarının kesesinden” gittiler. Kimse tarafından konuşulmuyorlar. İranlı yetkililerin isim zikretmeden uluslararası basına konuşup, “Biz aslında Hizbullah-İsrail çatışmasına doğrudan dâhil olmak istemiyoruz” demeleri çok inandırıcı değil. Görüyoruz ki son bir ayda yaşananlar, İran’ın artık çatışmadan uzak durmak istediği için ses çıkarmadığını değil, ne yapacağını bilmediği için hareketsiz, âdeta felçli kaldığını ortaya koymakta. Mental doğumu 1979’da gerçekleşen ve bölgede neredeyse 50 yıldır rol oynayan önemli bir aktör, 50 yıl sonra felç geçirerek hareket kabiliyetini büyük ölçüde yitirdi.
Geride bıraktığımız yıllarda da buna benzer saldırılar olmuştu, ancak hiçbirinde sızma, sızıntı, istihbarat başarısızlığı gibi kavramlar böyle yoğun biçimde konuşulmamıştı.
Hamas’ın intihar eylemlerini koordine eden “Mühendis” lakaplı Yahya Ayyaş, 5 Ocak 1996’da o zaman FKÖ kontrolünde bulunan Gazze’de, cep telefonunun elinde infilak etmesi sonucu öldü.
Hamas’ın ruhani lideri Şeyh Ahmed Yasin 22 Mart 2004’te İsrail helikopterleri tarafından hedef alındı ve şehit edildi. Şeyh Yasin’in ardından örgütün başına geçen, Hamas kurucularından Dr. Abdülaziz Rantisi, 17 Nisan 2004’te aynı yöntemle katledildi.
İran’da 2010’dan 2022’ye kadar nükleer fizikçileri ve balistik füze programı yetkililerini hedef alan suikast ve sabotajlarda 7 İranlı öldürüldü, ki bunların arasında İran füze teknolojisinin mimarı olarak gösterilen Hasan Tahrani Mukaddem ve İran’ın nükleer programını -deyim yerindeyse- en temelden inşa eden nükleer fizikçi Muhsin Fahrizade de bulunuyor...
Örnekleri sayfalar dolusu çoğaltabiliriz. Zira İran-İsrail mücadelesinin tarihi bir bakıma İsrail suikastlarının da tarihidir.
Ancak benzer her olayda, “Münferit saldırılar”, “Bir-iki kişiyi devşirmişlerdir...” gibi yorumlar yapıldı ve unutuldu. Şimdi karşı karşıya kaldığımız tablo ise bambaşka: Kolektif bir istihbarata karşı koyma ve haber alma başarısızlığı!..
Bu satırları kaleme alırken gözüme, Fransa’da yayın yapan La Parisien gazetesindeki önemli bir iddia takılıyor:
“Lübnanlı bir güvenlik kaynağına göre İranlı bir ajan, ‘Nasrallah'ın Cuma günü Beyrut'un güneyindeki Dahiye'de bulunan Hizbullah merkez karargâhına gelmeyi planladığı’ yönünde İsrail'e istihbarat verdi.”
İnanılır gibi değil. İran ve kendisine bağlı güçlerin düştükleri durum gelecek nesillere ve literatüre ibretlik örnekler olarak geçecek. Ancak gözden kaçırmamamız gereken bir başka husus daha var: İsrail, İsmail Haniyye ile başlayıp Hasan Nasrallah ile devam ettirdiği şoke edici saldırı dalgası ile aslında çok büyük riskleri de göğüslüyor. Yazının başında atıf yaptığım İsrailli güvenlik kaynağı, “20 senedir Hizbullah’a odaklandık” diyor, ancak İsrail’in 7 Ekim başarısızlığını örtmek için hoyratça yaptığı bu saldırılar, uzun vadeli “Gizli sırlarını” ortaya çıkardı diyebiliriz. Öyle ya da böyle hem İran’da hem Lübnan’da, hatta tüm Orta Doğu’da ülkeler artık daha dikkatli, daha paranoyak hatta daha güvenlikçi çizgilere konumlanabilirler. Yani bundan altı ay sonra, atıyorum İran’da, Suudi Arabistan yahut Mısır’da, “Üst düzey bürokratları devşiren İsrail şebekesi açığa çıkarıldı” haberlerine rastlarsak şaşırmayalım. Nihayetinde Çağrı filmindeki Anthony Quin’in dediği gibi, “Onlar bizi görüyor, biz de onları.” Sonuna kadar gitmek için çocukları diri diri yakmayı, 50 bine yakın sivili katletmeyi göze alan bir İsrail, kendisi “düşmanlarını” nasıl görebiliyorsa, düşmanlarının da kendisini aynı netlikte görebileceğini unutmasın.
Rüzgar eken firtina biçer. Tarih yanıltmaz.Kaderin üstünde Kaderi yazan var..