
TAŞI TOPRAĞI ALTIN DİYEN GELDİ
Ticari, ekonomik, sosyal ve kültürel imkanlarıyla herkesin hayalini süsleyen İstanbul, 1950 yılından itibaren Türkiye'nin dört bir yanından en büyük göçe sahne olmaktadır.
Sevgili okurlar, "İstanbul'a deprem geldi, gelecek" tartışmalarına girmeyeceğim ama bilim adamlarının tahminlerine göre muhtemel bir afet bizi bekliyor gibi...
Bu hafta değişik bir konu ve konuğumla karşınızdayım. Benim de ders verdiğim Bahçeşehir Üniversitesi'nden İstanbul Aydın Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi'ne geçen değerli Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Yıldız AKSOY, peyzaj ve mimarı konularında yürüttüğü projelerle dikkatleri "depreme" çekiyor. Aksoy'un koordinasyonunu yaptığı "Yeşil Koridor" ve "Deprem Parkları" projeleri, muhtemel afetlerin beklendiği İstanbul için oldukça önem taşımaktadır.
HER MAHALLEYE DEPREM PARKI
"Her ilçeye bir yeşil koridor ve her mahalleye bir deprem parkı" hedefleyen Yıldız Aksoy, bu maksatla İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin desteğiyle, belediye tarafından hazırlanan "Deprem Master Planı" çerçevesinde pilot proje olarak seçilen Zeytinburnu'nda, ardından Fatih ve Küçükçekmece'de deprem senaryoları doğrultusunda "hayat koridorları" oluşturmak amacıyla "Yeşil Koridor Dönüşüm Projeleri"ni hazırladı.
Aksoy, söz konusu ilçelerde yeşil alanlar oluşturulurken, tahliye koridorları yapıldığını ve bunların çevre yollarla bağlantıları kurularak her iki yönden yeşil bantlarla bütünlük sağlandığını, toplanma alanları için de kamuya ait araziler, okul, cami, hastane bahçeleri, park alanları, çocuk oyun alanları ve spor alanlarının seçildiğini belirtiyor. Deprem parkları için ise her mahallede yeterli sayıda çadır alanının yanı sıra, muhtemel bir afet sonrasında mahalle düzeyinde toplanma, geçici barınma ve acil müdahalenin sağlanabileceği, kolay ulaşılabilir alanların oluşturulması ve mevcutta uygun olanların da değerlendirilmesi gerekiyor.
Çarpık kentleşmeye yol açan nedenlerin en önemlilerinden biri kırsal kesimden kentlere yapılan aşırı göç olayıdır. Hızlı nüfus artışı, ya da aşırı göç, kent içinde üretim ve tüketim dengesini bozduğu gibi, açık ve yeşil alanları hızla yok edip, bunların konutlara, iş yerlerine ya da sanayi birimlerine dönüştürülmesine neden olmaktadır. Var olan ulaşım ve haberleşme sistemine olduğundan fazla yük yükleyerek, bir yandan gecekondulaşmayı hızlandırmakta öte yandan, trafiğin, gürültünün ve hava kirliliğinin artmasına da yol açmaktadır.
ÖNCE EKMEK, SONRA YEŞİL ALAN!
Çarpık ve düzensiz kentleşmenin doğa üstündeki olumsuz etkisi, havanın kirlenmesi, suyun zehirlenmesi şeklinde gösterilirken, toprağın tahrip olması da, kendisini yeşil alanların ortadan kalkması biçiminde ortaya koyar. Bugün nüfusu 20 milyona dayanan İstanbul'da, eski yeşil alanların önemli bir kısmı yok edilirken, yukarıda dile getirilen faktörlerin belirleyici bir etkisi olmuştur. Eski kent halkı, yeşil alanların yok olmasına yeterli bir tepki göstermezken, yeni gelenler de, hem yeşil bilincinin yeterli gelişmemiş olmasından, hem de daha iyi ekonomik ve sosyal şartlara sahip olma kaygısından dolayı bu sürece tümüyle kapalı kalmaktadır. Ekonomik zorluklardan nedeniyle yerini, yurdunu terk etmiş bu insanlar, geldikleri yerlerde bol bulunan yeşile gereksinim duymamaktadırlar. Onlar için önemli olan başını sokacak bir ev, çalışabileceği bir iş yeri ve geçimini sağlamasını imkânlı kılabilecek bir maaştır. Maalesef bunlar olmaksızın, havanın ve suyun temiz, toprakların yeşil olmasının hiçbir anlamı yok durumuna gelmiş bulunuyoruz. Ancak insanların geçim derdi ortadan kalktıktan sonra, temiz hava, su ve yeşile olan ihtiyacın eksikliği hissediliyor.
Ticari, ekonomik, sosyal ve kültürel imkanlarıyla herkesin hayalini süsleyen İstanbul, Türkiye'nin dört bir yanından en büyük göçe sahne olmaktadır. Bu süreç, özellikle 1950'lerden sonra kontrolsüz bir kent göçü şeklinde oluşmuş ve son 10-15 yılda denetlenemez bir boyuta yükselmiştir. Bu hızlı, çarpık genişleme ve büyümenin de kendi içinde bir dizi problemi doğuracağı açıktır.
TEKİRDAĞ'DAN İZMİT'E PLANSIZLIK
Günümüzde İstanbul, sadece kent içindeki yeşil alanları değil, yakın ve uzak çevresinde yer alan yeşil alanları da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Tekirdağ'dan İstanbul'a kadar var olan yeşil alanlar ve sahil kıyıları, yazlık, yalılar ya da sayfiye evleri şeklinde yerleşim alanlarına ayrılarak; altyapısız, ulaşımsız ve plansız bir biçimde inşaata açılmıştır. Bu çarpıklık, denizlerin kirlenmesine, kıyıların kapanmasına, yeşil alanların yok olmasına; havanın, suyun ve toprağın kirlenmesine, zehirlenmesine, tahrip olmasına yol açmıştır. Aynı süreç İstanbul ile İzmit arasında da kendisini göstermektedir.
NEREDE BENİM BAHÇELİ EVLERİM!
Şehir içinde yer alan bahçeli evler birer birer yıkılıp yerlerine çocuk bahçeleri ve oyun alanları olmayan sokakların son derece dar olduğu şekilsiz apartmanlar dikilmiştir. Böylece, bahçe şeklinde varlığını koruyan yeşil alanlar da yok edilmiştir.
Değerli okurlar, Sayın Aksoy tarafından yapılmış olan araştırmada İstanbul'un yeşil alan durumu yaklaşık 35 yıllık bir perspektifte ele alınmış. 1975 yılında kişi başına düşen yeşil alan miktarı 6.8 m2 iken 2004 yılında 5.5 m2, 2007 yılında 6.3 m2 ve 2010 yılında ise 6.7 m2 olmuştur. Aslında bu tabloda, en azından yeşile olan ilginin az da olsa yükselmesi umudumuzu artırıyor.
Yine Yıldız Aksoy'un araştırmasına göre, İstanbul'da deprem sonrası kullanılacak yeşil alanların, yan yana ayakta durmaya yetecek kadar az olduğu ortaya çıkmıştır. Barınma ve diğer faaliyetlerin nasıl karşılanacağı ise çok önem taşıyan ayrı bir konu başlığıdır.
Hepinize felaketlerin olmadığı uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum. Sevgiyle kalın.

HELİKOPTER PİSTLİ PARKLAR GELİYOR
İstanbul'da her mahallede en az bir deprem parkı olması gerekiyor. Yıldız Aksoy'un, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin desteğiyle hazırladığı projelerde yok yok... Bu parkların deprem sırasında ve sonrasında bir helikopter pisti, hastane, geçici iskan alanı ve tahliye boşaltma alanı olarak da kullanıma cevap vermesi hedefleniyor.

2 SEVİNDİRİCİ HABER
Türkiye'de ilk defa bir Su Maymunu canlı yakalandı
Yıllardır Trakya ve Kırklareli üniversiteleri tarafından aranan Su Maymunu (Myocastor coypus) kendi ayağıyla Edirne Çevre ve Orman Müdürlüğü'ne geldi! Bulgaristan'daki yetiştirme çiftliklerinden kaçıp Meriç ve Tunca nehirlerini takip ederek Edirne'ye ulaştığı sanılan Güney Afrika kökenli kemirgenlerin en büyüğü olarak adlandırılan su maymunu, müdürlüğün bahçesinde yakalandı. 1 metrelik boyu ve 5 kilogramlık ağırlığıyla dev bir fareyi andıran bu enteresan hayvan, bilimsel araştırma için Kırklareli Üniversitesi'ne götürüldü.

Nesli tehlikede olan Kara Akbaba kolonisine rastlandı
Eskişehir'de nesli tehdit altında olan Kara Akbabalara (Aegypius monachus) yönelik yürütülen çalışmada, Sündiken ve Türkmenbaba dağlarında 72 çift ile Türkiye'nin en büyük kolonileri tespit edildi. Yrd. Doç. Dr. Elif Yamaç ile araştırma yapan doktora öğrencisi Cihangir Kirazlı, kara akbabaların yuva için yaşlı kara çam ağaçlarını seçtiğini ifade etti. Yaklaşık 8 aylık bir üreme periyodunda sadece tek yavru yapabilen bu ihtişamlı hayvanın kuluçka döneminde yuvasının 1.5 kilometre yakınına yaklaşılmaması gerekiyor.
Yazışma adresi: 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna İST.
e-mail: ediz.hun@tg.com.tr