Ajans-reklamveren ilişkisi son çeyrek dönemin değişim sürecinde en çok ele alınan konu oldu. Bunu tipik bir "egoların savaşı" olarak açıklamak imkânsız. Bu aşırı bir basitleştirme, aşırı bir kolaycılık olurdu. Bildiğimiz, alıştığımız müşteri-tedarikçi ilişkisinin çok dışında, çok daha karmaşık bir beraberlik. Bir anlamda, ortak bir hedefe iki farklı perspektiften bakış söz konusu. Şunu biliyoruz: Bu beraberlikte, gerçekleştirilebilen uyum, aynı şekilde düşünmek değil, aynı gerçekçi hedefe kilitlenmek anlamında son derece verimli sonuçlar doğurabiliyor. Neden böyle? Samimi bir iş birliği gerçekleştirilebilir mi? Nasıl? Bu soruları cesaretle sormanın ve cevaplarını aramanın zamanı çoktan geldi de geçti bile. 1990'larda Ajans-Reklamveren'in temsil ettiği roller bugünkülerden oldukça farklıydı. Daha uzun vadeli, samimi, yapısal bir birliktelikler söz konusuydu. Neredeyse kader birliği denebilecek bir duruş. Yeni ekonomi; marketten paketlenmiş ürün satın almak kadar kolay, derinliksiz, boyutsuz bir süreç halini aldı. İçinde yaşadığımız ekonomik sistemin kırılgan yapısı sonucu pazarlamada hemen her şey kısa dönemli çözümlere odaklı. Uzun dönem gündemden silindi. Dünyada da aşağı yukarı böyle. Ancak Türkiye'de uygulama daha dramatik. Bugün brifi al, yarın reklam hazırla, öbür gün medyada yayınla. Süreç böyle işliyor artık. Ne oldu? Reklamverenin yerel ve global krizleri peş peşe yaşadığı, rekabetin şiddetini katladığı, kurumların kârlılık ve hisse değeri endişesinden ötürü durum pek parlak değil. Oysa daha bir çeyrek asır öncesine kadar işin tanımı bunun çok ötesindeydi. Ajanslar olarak müşterimizin pazarlama ortağıydık; marka ve strateji danışmanıydık; medyada hem sözcüsü hem planlamacısı, tasarımcısı, promosyon ustasıydık; PR stratejisiydik, hatta birçoğumuz kişisel dostları idik. Söz konusu rollerin şimdi çoğu bizimle paylaşılmıyor. Neden ve nasıl geliştiğini anlamakta zorluk çektiğimiz bu yeni ilişki anlayışı kanımca reklamcılık kadar pazarlamayı da tehdit eden en önemli unsurlardan biri. Bu yalnızlığı aşabilmenin karşılıklı olarak tek bir formülü var: Birbirini anlayabilmek, empati yani. Ancak bunu sağlayabilmek için önce güven unsurunu çözmek gerek. Burada ajanslara büyük bir rol düşüyor. Güveni yeniden kazanmak bir hatasız çalışma meselesi değil, müşterinin işini iyi anlamak, her durumda elden gelen en iyisini, doğruyu yapmaya çalışmak meselesi olmalı... Marka şehir: Gaziantep Geçtiğimiz hafta meslektaşım sevgili Nazmi Özkoyuncu ajansının 18. yıl galasında bir ilke imza attı. Düzenlediği "Marka Şehrin Mimarları" ödül töreninde; Gaziantep'in dünyanın sayılı marka şehirleri arasında yer almasını sağlayan vizyonerlere ödülleri verildi. Ayrıca iletişim sektöründen Haluk Mesci, Gürül Öğüt ve Can Çağdaş'ın katılımlarıyla gerçekleşen "Labirentte Kaybolmayın" konferasında ise; "Marka Yol Haritası", "Pazarlamanın Yeni Tredleri" ve "%100 Garantili Reklam" konuları ele alındı.