Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli kültür kurumlarından biri olan Türk Dil Kurumu 80 yıl önce, 12 Temmuz 1932'de kurulmuştu. Yeni Türkiye Cumhuriyeti'nde dil ve tarih, Atatürk'ün en çok önem verdiği olgulardı. Önce 1931'de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kuruldu. Uluslaşmanın en önemli temellerinden bir diğeri de dil idi. Bunun bilincinde olan Atatürk, 11 Temmuz 1932 gecesi sofrasında bulunanlara "Dil işlerini düşünmek zamanı gelmiştir. Ne dersiniz?" diye sorar. Oradakilerin bu düşünceye katılması üzerine "Öyle ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun" diyerek Türk Dil Kurumunun temellerini atar. Ertesi gün Samih Rifat, Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri İçişleri Bakanlığına başvururlar. Sonradan adı Türk Dil Kurumuna çevrilecek olan Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulur. Cemiyetin kuruluşuyla birlikte başlayan çalışmalar sürerken, Türk Dil Kurultayının hazırlıkları da başlamıştır. Bu coşku ve heyecan içerisinde ilk Türk Dil Kurultayı 26 Eylül'de Dolmabahçe Sarayında toplanır. Kurultaya çok sayıda bilim adamı, gazeteci, yazar, devlet adamı ve sanatçı katılır. Atatürk, Kurultayı baştan sona kadar izlemiştir. Türkçenin gelişmesi, özleşmesi, zenginleşmesi yolunda Türk Dil Kurultaylarının çok önemli yeri vardır. Felsefe, toplum ve ulus olmanın temel taşlarından biridir. Çoğumuzun genellikle küçümsemesine ve yararsız görmesine karşılık, felsefe her toplumun kimlik ve varlığının oluşmasında olmazsa olmaz unsurlardandır, çünkü felsefe dilin oluşmasındaki kilit taşıdır. Türkçe, bütün tarihi boyunca yabancı dillerden alıntı yapmıştır. Aslında bu, hemen bütün diller için geçerli bir durumdur. Ancak Türkçenin kaderinin kendine özgü yanı, dünyanın en çok alıntı yapan dillerinden biri olmasıdır. Felsefeden yoksun olmanın vahim sonuçlarından biri de Türkçenin özerk bir dil olarak giderek varlığını kaybetmesidir. İnsanların konuşurken veya yazarken yaptıkları gramer hatalarının ötesinde, asıl korkutucu olan, kavramsal çerçevelerin daralmaları ve farklılıkları aynı anlam bağlam içinde tekleştirmeleridir. Bugün Türkiye'de felsefe dersi okutuluyor ve çok kimse bu dersin kaldırılmasını veya en azından seçmeli olmasını istiyor. Çünkü büyük bir hikmetmiş gibi söylenildiği üzerine, "Bana felsefe yapma." "Felsefe karın doyurmaz." Doğru, felsefe karın doyurmaz, ama felsefesiz bir toplum da karnını doyurmakta giderek zorlanır veya sadece karnını doyurur, ama beyni giderek güdükleşir. Biz toplum olarak sloganların peşine takılmayı pek severiz. Bu sıralarda herkesin ağzına sakız olan sloganların başında, "21. yüzyıl bilgi çağı olacak, aman treni kaçırmayalım" gelmektedir. Bilgi her şeyden önce bilmeyi bilen kişiye aktarılabilir niteliktedir. Daha açıkçası, herkes her şeyi anlayamaz, dolayısıyla bilemez. Bilebilmek için, bilmeye yatkın bir altyapıya sahip olmak gerekmektedir. Türkiye'de pek bilinmeyen bir gerçek olarak, felsefe aynı zamanda öğrenmeyi de öğreten disiplindir. Evet, bir an önce felsefe ve şimdiye kadar olduğu gibi karikatür halinde olanı değil de, gerçek felsefe ve onunla birlikte, onun olmazsa olmaz şartı olan özgür düşünceye sahip çıkmalıyız.