Bir senaryo hayal etsek, Almanlar'la (Fransız veya İngiliz de olabilir) yaşadığımız toprakları her türlü altyapıyla yani okulları, köprüleri, yolları, hastaneleri, üniversiteleri, fabrikaları, enerji santrallerini, evleri, otomobilleri... takas etmek. Bir sihirle tüm Almanlar Türkiye'ye gelse, tüm Türkler de Almanya'ya gitse ve orada mesleklerini ve görevlerini sürdürse. Doktor, doktor olarak; trafik polisi, trafik polisi olarak, müteahhit, müteahhit, milletvekili, milletvekili; hatta dilenci dilenci olarak her alanda bildiğimiz işleri yapsak. 10 yıl sonra ne olur? İnanıyorum ki bu sonunun cevabı şöyle: Türkiye Almanya olur, Almanya da Türkiye. Peki neden? Çünkü; işimizi sevrek yapmıyoruz. Diyelim ki ben bir egzoz tamircisiyim. Gelen müşterilerin otomobillerinin egzozlarını kendi tarzımla "idare eder abi" yaklaşımıyla onarıyorum. Yani şimdi tam anlamıyla değil hafiften şişirerek bir süre "idare edecek" bir süre sonra tekrar arıza yapacak şekilde yapıyorum. İşin kötüsü böyle yapmam gerektiğine de inanıyorum, çeşitli nedenlerle. Egzozunu tamir ettiğim insanlardan biri de ayakkabıcı olsun. Ayakkabıcı bir süre sonra egzoz tekrar arızalanınca bana veryansın ediyor. "Bu memleketten adam olmaz" diyor. Tekrar bana geliyor, sinirleniyor, zaman kaybediyor. Ama ayakkabıcı da olması gerektiği gibi ayakkabı üretmiyor. Bir TV tamircisine sattığı botlar ilk yağmurda su alıyor. TV tamircisi sinirleniyor, "Bu memleket adam olmaz" diyor. TV tamircisi de bir doktorun televizyonunu şişirerek onarıyor, TV kısa sürede arızalanıyor. Doktor çok kızıyor "Bu adamlar işte böyle, parayı alırlar, işi yapmazlar, herif bizi kazıkladı" diyor. Derken ben hastalanıp doktora gidiyorum. Bir sürü tahlil isteniyor ve teşhis konuluyor. Hastalığım geçmeyince başka doktora gidiyorum. Aslında başka bir hastalığın olduğunu, o tahlillere gerek olmadığı ortaya çıkıyor. Doktor da işini iyi yapmıyor. Bu halkayı daha da genişletebiliriz. Gerçekte gündelik hayatımızda bu halka çok daha geniş. Burada iki nokta öne çıkıyor. 1.) Kendimize asla bakmıyoruz, kendimizi asla eleştirmiyoruz. 2.) İşimizi önemseyerek, severek yapmıyoruz. Sonuçta damlayan musluklarla, titreyen TV'lerle, su alan ayakkabılarla, yanlış ilaçlarla, sinirlenerek, birbirimize kızarak, küfrederek yaşıyoruz. Yazıyı, beni çok etkileyen bir anekdotla bitirmek istiyorum. 2. Dünya Savaşı'nın sona erdiği günlerde, bir basın toplantısında Churchill'e sormuşlar: En vatansever İngiliz kimdir? İngiltere başbakanının cevabı şöyle: -En vatansever İngiliz ayakkabıyı en iyi boyayan İngiliz'dir. Bu cevap, kuşkusuz bir savaş kahramanının adını duymayı bekleyen gazeteciyi çok şaşırtmıştır. Bana göre evrensel normlarda mikro cerrahi de ciddi ve önemli bir iştir, bulaşık yıkamak veya ayakkabı boyamak da ciddi ve önemli bir iştir. Toplumlar ancak işine saygı duyan ve onu iyi yapmak için uğraşan bireyler sayesinde gelişebilirler. İşine saygı duymayan, kendine de saygı duymaz.