Sporun merkez üssü "İstanbul"...

A -
A +

"İş bilenin kılıç kuşananın" demiş atalarımız... 19. yüzyıl sonları spor kapısının Batı'ya açıldığı dönemdi. Ancak bu kapının tam anlamıyla açıldığı ve sporcumuzun Avrupa'yla bağdaştığı söylenemezdi. Olsa olsa güreşçilerimizin yurt dışı turneleriyle oluşan spor yakınlığı, bir ölçüde hem askerî hem de sivil okulları etkilemiş ve yabancı hocaların nezaretinde yetiştirme ve yetişme birlikteliğinin adımları atılmıştı... Tanzimat hareketiyle başlayan siyasal gelişmelerin sosyal değişimlerden soyutlanması mümkün değildi. Askerî yapının kıyafet değişimiyle biçimsellikte kalmayacağı, o kıyafetleri taşıyan bedenlerin de yeni tarz eğitimlerle değişebileceğinin bulgularını, uygulanan politikada görüyoruz. Osmanlı spor yapısını ilk dönemlerden beri etkileyen güreş, binicilik, okçuluk, cirit gibi dallara, Tanzimat sonrası biraz daha askerî hüviyetler; eskrim, keşşaflık yani izcilik, jimnastik, avcılık, atıcılık gibi bedenin "talim ve terbiyesi"ne ilişkin hareketler eklenecekti. Futbolun hızlı biçimde Osmanlı spor alanlarına gireceği pek ihtimal dahilinde değildi. Diğer dallar arasında hem geleneksel yapı dışında oluşu, hem de askerî ve sivil okullardan uzak bulunuşu futbolun şaşırtıcı bir hız kazanmasına engel olamamıştı. 1900 öncesi Selanik'ten İzmir Bornova'ya oradan da İstanbul çayırlarına uzanan futbol bu dönem içinde üç karşılaşmaya sahne olmuş, İzmir ve İstanbul karmalarını 1903 yılına kadar bu mücadeleyi sürdürmüşlerdi. İngilizler ile azınlıkların kendi aralarında oynadıkları futbol şüphesiz Türklerin de ilgisini çekiyordu. Moda, Baklatarlası ve Kuşdili'nde yapılan maçlara Kadıköy çevresinde oturan Türklerin katılmasını dönemin idari yapısı önlüyordu... İngiliz ve Rumlar tarafından kurulan futbol kulüplerinin gerçek temeli 1902 yılında James Lafontaine ve Horace Armitage tarafından atılmıştı. Kadıköy Futbol Kulübü İstanbul'un ilk kulübü olmuş. Böylece İstanbul Futbol Ligi 1903'te İmogene, Elpis, Kadıköy ve Moda kulüplerinin katılımıyla kurulmuştu. Futbola meraklı gençlerin İngiliz ya da azınlık kulüpleri yerine kendilerinden oluşan bir kulüpte futbol oynama isteği ancak baskıların ortadan kalkmasıyla mümkün olabilecekti. Türklerin kendi aralarında kulüp kurma engeli yüzünden Fenerbahçeli ve Galatasaraylı birçok futbolcu yabancılarla beraber oynamıştı. Bu durum hem Türk kulüplerinin kuruluşunu geciktirecek hem de nice yıldız, futbol alanlarına çıkma fırsatını kaçıracaktı. Hatta ötesinde spora gönül verenler hem yönetici hem de sporcu olmak gibi iki farklı etkinliği bir arada götürmek zorunda kalmışlardı. Spora ilgi oranında sporcu ve yönetici olduğu söylenemezdi. Bu sebeple öncüler gereğinde hakemlik bile yapmak durumunda kalacaklardı. Galatasaray'ın bir numaralı kurucusu Ali Sami Bey 1905 yılında Moda-Kadıköy maçını yöneterek, futbol hakemliğinde bir ilkin sahibi olmuştu... (Son İstanbullu/Ergun Hiçyılmaz) kitabından... Mukayesesini size bıraktım...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.