Demokrasi zor bir idare tarzıdır. Bundan dolayıdır ki, toplumlar geliştikçe gerçek demokratik idareye kavuşuyorlar. Daha açık ifadesiyle, toplumda yaşayan fertlerin her birinin demokrasiyi sindirmesi lazımdır. Öyle bizdeki gibi; bizim parti kazanırsa, demokrasi ne güzel, kaybederse kahrolsun demokrasi, anlayışı ile demokratlık olunamaz. Kendilerini seçkinci zanneden bir kısım grubun, halkı cahil ve aşağı görerek, kendi oylarını halkın oyu ile eşit saymayanların anlayışı ile ise, asla demokratlık olunamaz. Halka tepeden bakan ve halka ancak tepeden dayatılır anlayışındaki bizdeki mütegallibe zihniyetini, demokrasimizin gelişmesinin en büyük engelini teşkil etmiştir. Bu zihniyet, kendi iktidarını sürdürebilmek için; önce askerle iş birliği yapmış ve mevcut iktidarları silah zoru ile alaşağı ettirmiştir. Milletin bunlara prim vermediğini ve her askerî müdahaleden sonra sandığa gömüldüklerini gören bu zihniyet kurtuluşu; halkın iktidarının elindeki yetkileri gasbeden anayasalar yapmakta bulmuştur. 1961 ve 1982 anayasaları bu durumun tipik örnekleridir. Böyle yapmakla davul, mevcut iktidarların sırtında, tokmak ise, hep kendi ellerinde olmuştur. Görüldüğü gibi, burada da aslan payı yargıya verilerek; iktidarların eli-kolu bağlanmıştır. İktidarların atmak istedikleri ve hatta attıkları adımlar, yargı marifetiyle engellenmekte; bu absürd durumun hesabı da millet tarafından yeni iktidarlara kesilmektedir. Yargının yalnızca kendi dışındakilere değil, kendi mensuplarına bile reva gördüğü muameleler, bu ülkede tuzun da koktuğunun resmidir! Öyle ki, bir kısım savcılar verdikleri mütalaalar neticesinde ve bir kısım hakimler de aldıkları kararlar sonucunda cezalandırılmışlardır. Hukukun; 'yargı bağımsızlığı' ve 'hakim teminatı' ilkeleri nerede kaldı? Millet adına karar verdiğini söyleyen ve bu yüzden meşruiyet kazanan yargı, millete rağmen karar verirse, onun adı demokrasi olur mu?!.