> Washington ABD gibi büyük devletlerle dostluk kurmak ve bunu sürdürmek sanıldığı kadar kolay değildir! Bundan dolayı da, sürekli uyanık ve teyakkuzda olunmalıdır. Her şeyin temelinde ekonomi yatıyor. Hatta; devletlerarası dostlukların bile temelini karşılıklı olarak ekonomik çıkarlar belirliyor. Büyük devlet, süper güç olmak ne demektir! Her şeyden önce ekonomik zenginlik demektir. Bugün ABD'de kişi başına gelir kırk bin doların üzerindedir. ABD, süper güç olmanın gereği, bu durumu sürdürebilir kılmak zorundadır. Bunun için de; başta petrol olmak üzere dünyadaki enerji kaynaklarına bir şekilde ulaşmak mecburiyetindedir. Önümüzdeki yüz yılda, dünyanın ihtiyacını karşılayacak enerji kaynakları, çok büyük ölçüde Orta Doğu'da ve Orta Asya'da bulunmaktadır. Sovyet İmparatorluğu dağılınca, Orta Asya'da, yani enerji kaynaklarının bulunduğu bölgede yeni devletler oluştu. Türk kökenli bu devletlerin, ellerindeki enerji kaynaklarına sahip olmaları, bunları işletip dünya pazarlarına sürmeleri adeta imkânsızdır! Zira, iştiha kabartan bu rezervlerde; başta ABD olmak üzere, bütün büyük devletlerin gözü vardır. Bu devletler zaten kuruluş aşamasında. Henüz güvenliklerini bile, tam manasıyla kurup temin edebilmiş değillerdir. ABD'nin öncelikli hedefi ABD'nin öncelikli hedefi, kendisi için hayatî öneme haiz bu yerleri; Çin'e, Rusya'ya ve Hindistan'a kaptırmamaktır. Dikkat edilirse, Afganistan harekâtıyla, bölgede askerî üsler kurarak bu yerleri koruma altına aldı. Irak, bu harekâtın ikinci ayağıdır. Üçüncü merhalede Suriye ile İran vardır. ABD'nin, el ele verip strateji üretip tatbik mevkiine birlikte koydukları iki tane gerçek dost ve müttefiki vardır. Bunlardan birincisi İngiltere, diğeri İsrail'dir. İsrail, Orta Doğu'da bulunmakta ve güvenlik konusunda başı dertte; bu yüzden de seneler senesi savaşmakta olan bir ülkedir. ABD, bu bölgeye barışın bir an evvel gelmesini arzulamaktadır. Yani, ne yapıp edip; İsrail'i rahatlatmak zorundadır. Bunun için de İsrail'in başına musallat olan İran ve Suriye'yi bertaraf etmeyi istemektedir. Düne kadar Sovyet Rusya'nın peyki bulunan Suriye'nin, Sovyetler dağıldıktan sonra, en ufak bir gücü ve bölge üzerinde bir otoritesi kalmamıştır. ABD'nin diretmesi sonucunda, Lübnan'daki askerî varlığını geri çekmiş; yeni karışıklıklara gebe bir ülke konumundadır. Açık olmayan rejimiyle, terörist grupları beslediği bilinen bir gerçektir. Suriye'de yüzde sekizlik bir azınlık (Nusayrî) yönetimi, yüzde doksan ikilik çoğunluğa hükmetmekte ve tabiri caizse, polis devleti yöntemleri ile kendi halkına kan kusturmaktadır. Baba Esad'ın uzun iktidar yılları bu şekilde geçti. Oğlu Beşar ise, babasının bütün kadrolarını iş başında tutmaktadır. Gücü, kuvveti kalmamış Suriye'nin, ABD'ye direnebilmesi mümkün değildir. İran ise, Suriye'nin aksine; geniş bir coğrafya üzerine yayılmış, tarihi kökleri olan büyük bir devlettir. Askerî ve siyasî gücü vardır. Siyasi gücünü, petrolünü paylaştığı İngiltere'den almaktadır! Dolayısıyla; ABD'nin İran'a düzenleyeceği askerî bir harekâtta (havadan ve denizden olacağı söyleniyor), İngiltere'nin onayını alması gerekmektedir. Bu durumu temin ettikten sonra ise, Türkiye'nin yardımına muhtaçtır. Bunun içindir ki, Türkiye'ye karşı PKK ve Kürt kartlarını devamlı olarak elinde bulundurmaktadır! Ermeni Soykırımı iddiaları, boşuna dünya gündemine gelmedi. Alınacak kararlar çok önemli ABD stratejisi, Türkiyesiz de yapabilir. Ama bu, ona çok pahalıya patlar. O vakit, Kürtlerle Ermenileri kullanmak zorunda kalır ki, bu da bizim için hiç iyi olmaz. İşte, Başbakan Tayyip Erdoğan böylesine çetrefilli konuların ayyuka çıktığı bir ortamda Başkan Bush'la görüşüyor. Bugün gerçekleşmekte olan bu görüşmede alınacak kararlar, yalnızca bölgemizi değil, dünyanın geleceğini derinden etkileyeceği için, tarihî olup çok önemlidir...