Türk subaylarının tutuklanıp başlarına çuval geçirilerek itilip kakılmaları; ellerine kelepçe vurulup, götürüldükleri Bağdat'ta 3 gün süreyle sorgulanmaları, zaten iyi olmayan Türk-Amerikan ilişkilerini kopma noktasına getirmişti. Peşmerge destekli ABD askerlerinin giriştiği bu iğrenç olay; iki tarafın askeri uzmanları tarafından araştırılarak ortak bir metin üzerinde mutabakata varıldı! Türk tarafı özür dilenmesini bekliyordu ancak; olay, taraflarca 'üzüntü duyulduğu' belirtilerek yatıştırılmaya çalışıldı! Gerçi bu "üzüntü" de ABD'den henüz onaylanmadı ama; TSK bu denli bir istiskale meydan vermedi ve onay gelmeden açıklamayı yaptı. Karşılıklı olarak 'üzüntü duyulması' tarafları tatmin etti mi bilmiyoruz; ama, Türk-Amerikan dostluğunun bundan önceki sürecine de bakarsanız; ortada 'stratejik ortaklık'tan ziyade, zoraki nikah olduğunu görürsünüz! Başvekil merhum Menderes 300 bin dolar için gittiği ABD'den eli boş dönmüştü! 1963 yılında, ABD Başkanı'nın İnönü'ye yazdığı zehir zemberek 'mektup'; iki taraf arasındaki ortaklığın ne mene bir şey olduğunu, daha o günler; bütün çıplaklığı ile ortaya koymamış mıydı? Ya, 74'teki Kıbrıs Harekatı'ndan sonraki ABD ambargosuna ne demeli? Bunun dostluğa veya müttefikliğe sığar tarafı var mıydı? ABD, bu denli yaklaşımlarını Sovyetler varken sergiliyordu. Tek başına kaldıktan sonra ise; ABD'nin dostluktan ve müttefiklikten ne anladığını, ne anlaması gerektiğini bilmemek ve bunun için de gerekli tedbirleri almamak fazla iyimserlik değil mi? Hele 11 Eylül Baskını'ndan sonra; ABD'nin, bütün dünyaya ilan edip tatbik mevkiine koyduğu yeni stratejiye göre; dost ve müttefiklerinden isteyip beklediği; 'peki' deyip boyun eğmeleridir! Böylesi bir dostluk (!) nereye kadar gider ve bunun sonu nereye varır? Meşhur hikayedir: Nasılsa, yaşlı bir çoban; mağarasında yaşamakta olan ejderhayı yuvasından çıkarmasını, onunla konuşup bir anlaşmaya varmasını temin eder! Çoban her sabah, mağaranın ağzına bir kova süt getirip bırakacak; ejderha da bu süte mukabil bir altını, süt kovasına bırakacaktır! Bu tatlı alış-veriş devam ederken, yaşlı çobanın hastalanacağı tutar. Aynı işlemi devam ettirmesi için oğlunu öğütler ve mağaraya gönderir. Dağ yolunda giderken delikanlı düşünür; neden, her gün bir altın der. İyisi mi, ben bu ejderhayı öldüreyim ve karnındaki altınların hepsine birden sahip olalım! Her günkü gibi süt kovasını getirip mağaranın azına bırakır; kendisi de bir kayanın ardına saklanır. Ejderha sütü içerken, genç, kafasına koyduğu fiili işlemeye yeltenir. Kuyruğundan yaralanan ejderha genci sokup öldürür ve yaralı halde yuvasına çekilir. İyileşen yaşlı çoban aynı işleme günlerce devam eder ancak, ne bıraktığı süt içilir ve ne de altın bırakılır! Evlat acısına rağmen, çoban ejderha ile barışmak ve tıpkı eskiden olduğu gibi dostluklarını sürdürmek emelindedir. Bir sabah bütün dillerini dökerek, nihayet ejderhayı yuvasından çıkarmayı başarır. Elindeki süt bakracını göstererek ve bütün hünerlerini sergileyerek dostluklarının tazelenmesini ve devamını ister. Ejderha bir cümle söyleyip yuvasına çekilir: 'Sende o evlat, bende bu kuyruk acısı olduğu müddetçe bu dostluk devam edemez! Sen yoluna, ben yoluma!' Belli ki; Türk-Amerikan münasebetleri daha bir müddet; 'kerhen mutabakat'la devam edecek! Zira, şimdilik ikisi de birbirlerinin sütüne ve altınına muhtaç!