Sayın Abdullah Gül'le otuz beş senelik bir dostluğumuz var. Ta üniversite ve hatta benim lise yıllarımdan beri tanışırız. Abdullah Bey gençlik yıllarında da gayet olgun ve ağırbaşlı idi. Vatan ve millet sevdalısı, idealist bir öğretim üyesi idi. Necmettin Erbakan'ın lideri olduğu siyasi partilerde bakanlık dahil, partinin hemen her kademesinde görev aldı. Neler çektiğini ve ne denli zor şartlar altında görev yaptığını yakinen biliyorum. Ondaki hizmet aşkı, bu denli meşakkatleri unutturuyor ve her şeye rağmen yola devam diyordu. Tabiatıyla bütün bunlar bir yere kadar oluyor. İş, öyle bir raddeye geliyor ki; siz isteseniz de istemeseniz de yol ayrımı kendiliğinden beliriyor. Nitekim şu anki AK Parti'nin çekirdeğini teşkil eden kadro; siyasetin Necmettin Erbakan'la, onun zihniyeti ile olamayacağını yaşayarak gördü ve o partiden ayrıldı. O partiden ayrılan idealist kadro, yepyeni bir açılımla AK Parti'yi kurdu. Önceleri kimse, bunların "Milli Görüş" çizgisinden ayrılmış olabileceğine pek ihtimal vermedi. Hele AK Parti'nin merkez eksenli bir parti olduğuna siyasi çevreler inanmadılar. Bundan dolayıdır ki, 2002 seçimlerinde alınan yüzde 34.4'lük oya "tepki oyları" diyerek işten sıyrılmak isteyen siyasi çevreler bütün dikkatlerini 2007 seçimlerine çevirerek beklemeye koyulmuşlardı. Arada mahalli seçimler yapılmış; AK Parti yüzde 34.4 olan oyunu yüzde 42'ler dolayına çıkarmış ancak, bunu da yerel seçimdir, şartları farklıdır diyerek geçiştirmişlerdi. Gayretleri inkâr edilemez... Oysa, AK Parti yönetimi her fırsatta kendilerinin din eksenli bir parti olmadıklarını, merkez partisi olup bütün milleti kucaklamak istediklerini sürekli vurgulamalarına rağmen kimselere dertlerini anlatamamışlardı! Ta ki, 22 Temmuz 2007 seçimleri yapılıp AK Parti yüzde 47'ye yakın oy alınca hemen herkes şaşkına döndü! Bir kısım aşırı partici kişi ve gruplar şoka girdi! Nasıl olurdu da AK Parti, Türkiye'deki oy verenlerin iki kişiden birisinin oyunu alabilirdi?!. Varsın, bazıları anlamamakta ısrar etsin; milletimiz AK Parti'nin merkezin partisi olduğunu gördü, öylece değerlendirip oyunu verdi ve neticede bugünkü tablo oluştu. Bu tablonun oluşmasında başta Başbakan ve Genel Başkan Tayyip Erdoğan olmak üzere, hemen onun sağ kolu mesabesindeki yardımcısı Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün gayretleri inkar edilemez. Böyle bir Abdullah Gül ve onun gibiler Türk demokrasisi için gerçek kazançtır ve kıymeti bilinmelidir. Onun Cumhurbaşkanlığına çıkması, bütün dünyaya, demokrasimiz adına verilmiş net bir mesaj olacaktır. Artık, gözler TBMM'dedir Demokrasilerde asıl olan, milletin özlemleri, arzu ve beklentileri değil midir? 22 Temmuz seçimlerinde Türk seçmeni, sandığa oy atarken cumhurbaşkanının da hesabını yaptı; ona göre oy verdi. Bu durumu görmezden gelmek, milleti hafife almak ve senin oyunun hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur demeğe gelirdi ki, bunun altından kimse kalkamazdı. AK Parti, Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanlığına aday göstermekle sandığa yani millete olan saygısını ortaya koymuştur. Artık, gözler TBMM'dedir. Bütün siyasi partilerimiz yeniden cumhurbaşkanlığı seçimi sınavından geçecektir. Biliyorsunuz, bundan evvelki sınavda partilerimiz, başarısız oldular ve bunun bedelini 22 Temmuz seçimlerinde ödediler. Dileriz bütün bu gelişmelerden ibret alınır ve tarih yeniden tekerrür etmez. Bendeniz umutluyum; bu umudum elbette CHP'nin bilinen tavrının değişeceğinden dolayı değildir. CHP aynı aymaz tavrını sürdürecektir. Meclisteki 367 garabetini MHP ile aşacağımızı ümit ediyoruz. MHP verdiği sözde duracak ve 11. cumhurbaşkanımızın seçilmesindeki şerefe ortak olacaktır. Biliyorsunuz; tarihte ağustos ayı zaferlerle doludur. 28 Ağustosta da bu zaferlere bir yenisini ekleyeceğiz.