Geçen gün, Adalet Bakanı'nı, kanım donarak izledim. Anlattığı şeyler; yaşadığım ülkem adına içimi acıttı. Şayet; bir sömürge ülkesi olsaydık, ancak bu kadar aşağılanabilirdik! Meğerse bu ülkede; kendilerini seçkinci olarak konumlandıran bir güruh; askerî ve sivil bürokrasi adına bu milletin ensesinde boza pişirmeyi kendilerine vazife bilmiş ve bu cinayetlerini seneler senesi, utanmadan sıkılmadan icra etmişlerdir. Ve yine, meğerse bizim ülkemizde yürürlükte olan hak-hukuk ve adalet anlayışı; 1960 İhtilali'nden sonra kurulan ve hafızalarda; 'Sizi buraya tıkan güç, bu şekilde cezalandırılmanızı istiyor!' kepazeliğini kazıyan Yassıada Mahkemesi'nden kaynaklanmaktaymış. Zira, o mahkemelerin çeşitli kademelerinde görev alan savcı ve hakimler terfi ettirilerek; yüksek yargının her kademesinde (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Yüksek Seçim Kurulu vb.) konumlandırıldı. Ve o gün bugündür bu zevatın dağıttığı ve dağıttırdığı hukuk(!) cümle âlemin malumudur. Kendi ülkesinin mahkemelerinin vermiş oldukları kararlarla tatmin olmayıp AİHM'ye başvuran dünyada ikinci ülkeyiz! Kararları adaletsiz görülüp cezaya çarptırılan ülkeler arasında da birinci sıradayız! Hükümet çareyi; kararlarıyla Türkiye'yi bu şekilde cezalandıran hakimlerin terfilerini durdurmakta buldu! Yüksek yargı mensubu bir kişinin kanun metnini değerlendirmesine bakın: 'Siz kanunda ne yazarsanız yazın. Bu yazdığınız verilecek karara ancak yüzde beş oranında etki eder! Yüzde doksan beş bizim (hakim) kanaatimiz etkilidir!' Son yıllara gelinceye kadar; her Adli Yıl açılışında Yüksek Yargı başlarının konuşmalarını hatırlayınız. Yasama (Meclis) ve Yürütme'yi (Hükümet) yerden yere vururlar ve bu densizlikleri ertesi günkü gazete manşetlerinde; 'Yargıdan hükümete şamar!' olarak yerini alırdı! Askerî ve sivil bürokrasinin gemi azıya aldığı böyle bir ülkede demokrasiden veya demokrasinin kuvvetler ayrılığından bahsedilebilir mi? Dikkat edilirse tüm bunlar; milletle millî irade ile savaş adına yapılıyor ve böylece millet sindirilmek isteniyor! Anayasa'nın 26 maddesinin referandumla değiştiği 2011 yılına kadar da bu savaş devam etti. Bu savaş; milletin ve millî iradenin yani hükümetin ve meclisin aleyhine olarak sürdürüldü. Lenin, devleti tarif ederken; egemen güçlerin baskı aracıdır der. Bizim hakimlerimiz de, yine kendilerinin ifadeleriyle; kararlarında devletten yana tavır almayı maharet bilirler! Birey veya bireyler mi? Bu anlayışa göre; altta kalanın canı çıksın!