Süleyman Demirel'i 50'li yılların sonunda, Başvekil Adnan Menderes'in su müdürü (DSİ genel müdürü) olarak tanıdık. 60 İhtilali ve ardından kurulan Adalet Partisi'nin genel başkanlığına getirilişi ise, bayağı çalkantılı olmuştu. Rakipleri onun mason olduğunu açıklamış; o ise, olmadığının belgesini (!) göstermişti. Masonluk tarihinde yaşanan bu ilk olay; Türkiye'deki masonluğu ikiye bölmeye yetmişti. Paraşütle getirildiği genel başkanlıktan, yapılan ilk genel seçimler neticesinde Başbakanlık koltuğuna oturur. İhtilal sonrası Türkiye'sinde partisi (AP), her dilin konuşulduğu Babil Kulesi'ni andırıyordu. Süleyman Demirel partisindeki dengeleri, iyi kurup işletemedi ve bu yüzden; milliyetçi ve muhafazakâr kanat ayrılarak DP'yi kurdu. (Ferruh Bozbeyli ile 41 milletvekili arkadaşı) Demirel, 1970 Askeri Muhtırası'na muhatap olunca, şapkasını alıp gitti. Bu durumu eleştirenlere verdiği cevabı ise şöyledir: "Ne yani; şapkayı bırakmalı mı idim? Bana muhtırayı veren ordu. Türkiye'nin bir ordusu var ve o size muhtıra veriyor. Başka, ikinci bir ordum mu var ki, onunla karşı koyabileyim?!." Felsefede safsata denilen bir bahis vardır; yani mugalata. Mugalatanın şaheser numunesini Demirel'de görebilirsiniz. Siyasi hayatı ve baştan başa demeçleri bu kabilden geçmiştir, dense, yeridir. Dikkat edildiğinde Demirel, "altı kere gidip yedi kere gelmekle" övünür. Her gidişinde de, malum şapkası yanındadır! Adama sormazlar mı; bir keresinde olsun, gitmeyiverseydin ne olurdu?!. Ben size söyleyeyim mi; ne olurdu? Her şey olurdu, her şey!!! Bir kere Türkiye'miz, o günden bugüne bunca kepazeliği yaşamazdı. Daha 70'li yılların başında, gerçek demokratik adımlar atılır ve Türk toplumu askerî ve sivil bürokratik vesayetten kurtulurdu. Bu, az bir şey midir? Bu durumu başaran Süleyman Demirel'in ismi, Türk demokrasi tarihinde altın harflerle yazılır ve hayırla yâd edilirdi. Şimdi öyle mi? En ufak bir risk almaktan devamlı kaçınmış ve âdeta rüzgârın önünde sürüklenen yaprak konumunda kalmıştır. Zaten, bu ülkede hiç rüzgâr da esmez ya! Şayet, bu ülkede demokrasi yarım kalmışsa, bunun sivil kanattaki baş müsebbibi, "Beyefendi"nin ta kendisidir. Ne olurdu; bir kere olsun, yüzünü milletine dönseydi. Hani, gücünü aldığını iddia ettiği milletine!.. Böyle yapmadı; kendisi de, bıraktıkları gibi hep yarım kaldı!..