AK Parti'yi temsilen genel başkan yardımcımız Sn. Salih Kapusuz ile birlikte, KKTC'de, Ulusal Birlik Partisi'nin 18. olağan kurultayına iştirak ettik. Oradaki adaylıklar, bizim alışageldiğimiz cinsten değil. Mesela: Genel başkanlık için üç aday yarışıyordu. Bunlardan bir tanesi, halen Başbakan ve partinin genel başkanı İrsen Küçük, bir diğeri İrsen Küçük'ün kabinesinde sağlık bakanı olan Dr. Ahmet Kaşif, bir üçüncüsü ise yine aynı partinin milletvekili Hasan Taçoy. Sürpriz olmadı, beklenildiği gibi İrsen Küçük, ipi göğüsleyerek yerini korudu. KKTC halkı ambargo ve izolasyonlar altında; yalnızca Türkiye'nin gönderdiği paralarla, tabiatıyla tüketim toplumu olarak hayatını sürdürüyor. En büyük problemleri su ve elektrik. Her iki konuya kesin çözüm için gerekli projeler, Türkiye tarafından icra ediliyor. Türkiye ile KKTC'nin münasebeti ana ile yavru münasebeti misali, tek kelime ile karşılıksız. Asla, en ufak bir menfaat söz konusu değildir.Türkiye'nin bu denli âlicenaplığının dünyada başka bir örneği yoktur. Kendi ihtiyacı varken, yemeyip yediren cinsten ve kendinden üstün tutma hali... Maddiyat, şu veya bu şekilde hallediliyor; demem o değil. Asıl konum, KKTC halkının manevi dünyası. Bu vebalin altından; başta Rauf Denktaş olmak üzere; onlara dini eğitim ve öğretimi çok gören Mümtaz Soysal ve gelip geçen onca yönetici nasıl kalkar bilmiyorum. 60 yaşlarında bir fabrikatörün ızdıraplı yakarışına şahit olduk: "Ben ve çocuklarım tahsillerimizi Londra'da yaptık. Ne orada ve ne de burada; herhangi bir dini eğitim ve öğrenimimiz olmadı. Geçen gün torumum, babasına (oğluma) soruyor. Baba, İslam dini ile Hristiyanlık arasında ne fark var? Oğlum bana bakıyor. Torunum ise, bir babasına, bir de bana bakıyor; bense yere bakmaktan başka bir şey yapamadım! Kendimizi ve nesillerimizi mahvettik. Camiye gitmeye utanıyorum. Çünkü, gidince orada ne yapacağımı bilmiyorum!" Bu ızdırabı hisseden bir kısım ebeveyn; okullarda din dersi olmadığından, çocuklarını yaz tatillerinde camilerde Kur'an derslerine göndermek istemiş, kızılca kıyamet kopmuş! Bizzat öğretmenler savcıya şikayette bulunmuş ve savcıyla birlikte camilere baskın yapmışlar. Yakaladıkları çocuklara, cami hocaları ve ana-babalarıyla birlikte dava açmışlar.Ayrıca, bu gibi durumları, alay ederek ve aşağılayarak gazetelerde teşhir ediyorlar. Görüyorsunuz değil mi sevgili okuyucularım; zihniyet olarak; Türkiye'deki 1930'lu-40'lı yılların din düşmanlığı bugün itibariyle KKTC'de yaşatılmak isteniyor! Vah ki vah!