Akıl, insanoğluna bahşedilen en büyük nimetlerden biridir. Akılla iyi ile kötüyü ayırt edebiliriz. Akıl, ne her şeydir, ne de hiçbir şey. Aklı her şey kabul edenlerle, hiçbir şey kabul edenler hüsrandadır, derin yanılgı içindedir. Anlama, idrak etme kuvveti, melekesi olan akılla ne, ne kadar anlaşılabilir? Peki, her akıl; bu temyiz gücüne, bu ayırt edici özelliğe sahip mi? Daha açık ifadesi ile akıl, evvel emirde haddini biliyor mu? Nereye kadar kulaç atabilir; nerede boğulur? O halde; aklı, başlıca iki tür olarak düşünebiliriz. Birincisi, gayesini idrak etmiş olan "selim akıl"; ikincisi ise bu idrakten yoksun "kuru akıl"dır... Şimdi daha iyi anlaşılıyor mu; benim aklıma göre şöyle veya böyle demenin ne kadar mantıksız olduğu?! Kuru akıl, meseleleri kendine göre fehmedip, anlayıp değerlendirdiğinde, akıl sayısı kadar gerçekle karşı karşıya kalınır ki, bu durumun muhal üstü muhal olduğu apaçık bir hakikattir. Üstad Necip Fazıl, "kuru aklın selim akla ulaşabilmesi için, önce sınırlarını ve kavrayamadığı, bilemediği, ölçemediği unsur ve değerlerin bulunduğunu gösteren bir vasıta olması gerektiğini; ardından Hakka teslim olması ve teslim olan bu aklın sahibine gerçek akıl olarak iadesiyle tabi olunan değil, tabi olan akıl olması gerektiğini" söyler... İmam-ı Gazali; "aklımı o kadar gerdim, gerdim; kopacak hale getirdim. Ve, baktım ki, akıl mahduttur. Kurtuluşu Resulullah'ın (aleyhisselam) ruhaniyetine iltica etmekte buldum. Öyle yaptım ve kurtuldum" der... Akılla akılcılık mesleğini yıkan ve bu durumu kendisine soranlara Bergson; "Demek ki aklın en son merhalesi ve nihai faaliyeti, kendi metoduyla kendini tahrip etmekmiş" şeklinde cevap verir...