Din, insanların dünya ve ahiret saadetlerini temin maksadıyla; Allahü teala tarafından gönderilen ilahi kanunlar manzumesidir. Merhametlilerin en merhametlisi olan Cenab-ı Hakk, en üstün varlık olarak yarattığı insanı kendisine 'halife' seçerek ona; yaratılmışların en yüksek payesini vermiştir. İnsan, bu yüce şerefe Rabbini tanımak ve O'na O'nun istediği şekilde kulluk ve ibadet etmekle erişebilir. İşte din, bu erişin yani insanın yücelişinin yollarını göstermektedir. İnsanoğlu; sualleri ve bu suallerin cevapları kendisine verilmek suretiyle bir imtihana tabi tutulmuştur. Sualler ve cevaplar belli olmasına rağmen, bu imtihan kolay değildir; bilakis çetinler çetinidir. İnsanoğlundan vermesi istenilen savaş, yalnızca dışa karşı olsaydı; bu imtihan kolay olabilirdi. Bu savaş, esas itibariyle içe yani kendisine karşı olduğundan ve bu savaşın en büyük düşmanını insanoğlu bizzat içinde taşıdığından çetinler çetini oluyor. Nefs denilen yedi başlı ejderha insanın içinde ve her an tetikte ve insanoğluna hata üstüne hata yaptırmakla görevli.. Öyle ki; bu yedi başlı ejderhanın gıdası; Allahü tealanın yasak ettiği herşey.. Nefsin emrine girip; inkar batağına saplanan ve haramlarla beslenen insan; bu kez aşağıların en aşağısı olmak durumunda. Şu halde; insanoğlu için dünya imtihanı adeta bir tahterevalliyi andırmaktadır. Ya nefsinin emrine girip 'esfel-i safilin'e sürüklenecek, ya da nefsini aklının ve kalbinin emrine verip köreltecek ve Rabbine yaklaşıp üstünler üstünü olacak. Nefs denilen bu düşman, insanın olmazsa olmazı.. Tıpkı kelimeler gibi; onla da onsuz da olmuyor! İnsanda nefs yaratılmasaydı; savaşacağı bir şey olmayacak, dolayısıyla terakki edemeyecekti. O vakit insanlar da aynen melekler gibi olacak ve aynı seviyede kalacaklardı. Halbuki; Allahü teala: 'Ben gizli bir hazine idim; bilinmek murat ettim ve alemleri yarattım' buyuruyor. İnsanoğlu da, bu alemlerin içinde, bütün bu alemlerin hülasası: 'küçük kainat'.. İşte; kendisinde yaratılan bu nefs sayesinde insan; onunla mücadele ederek öylesine yüceliklere (marifetlere) kavuşuyor ki, Rabbini en ziyade bilen ve tanıyan oluyor. Cenab-ı Hakk, insanı yaratacağı vakit melekler: 'Ya Rabbi! Bizler seni gereği gibi tesbih edemiyor muyuz ki, yer yüzünde kan dökecek ve fesat çıkaracak insanı yaratıyorsun' diye sual ettiklerinde; ilahi kattan şu cevapla yetinir ve işin mahiyet ve sonucunu onlar da merak edip beklerler: - Sizin bilmediklerinizi ben bilirim! Meleklerin en üstünü Cebrail aleyhisselam, insanı, insanın kemalatını; yaratılmışların en üstünü sevgili Peygamber efendimizi (aleyhisselam) Mi'rac'ta, Sidre-i Münteha'da gördü ve işin hakikatini anladı. Zira; 'ben buradan bir adım daha ileri gidemem; bana müsaade buraya kadardır; aksi halde yanar helak olurum' diyen Cebrail aleyhisselama, Habibullah'ın suali: - Peki, buradan ileriye nasıl gidilir? - Aşkla! .. Ve; Sidre'yi delen aşk! İlahi sonsuz tecellilere eriş ve ilahi sırrın olanca hakikatiyle faş olup aydınlanması!..