Hâlâ işin dedikodusundayız; oysa, atı alan Üsküdar'ı geçti bile! Bu hale ufuksuz, vizyonsuz, risk almaktan korkan, eyyamcı politikacılar ve onların sebep olduğu darbeler yüzünden düştük! Ne demokrasimiz gelişebildi, ne de ekonomimiz. Adeta, gizli bir el, bizi ademe (yokluğa) mahkûm etti. Ne oldurdu, ne öldürdü, yalnızca süründürdü! Milletten yetki isteyip öne geçen politikacı, milletin önündeki bütün bu engelleri bilmiyor mu? Hangi siyasi görüş ve partiden olurlarsa olsunlar, bütün bu gelip geçen politikacılar, milletin önünü açmak, demokrasinin nimetlerini onun önüne sermek ve ekonomik yönden milleti kalkındırmak için ne yaptılar? Maddede ve manana geldiğimiz nokta ortada! Meclis'teki siyasi tablo, yani çok parçalı bölünmüşlük; milletle alay eden politikacıya verilmiş en güzel cevaptır! En büyük partimize bile millet, yüzde 80'iyle karşı olduğunu ve güvenmediğini göstermiştir. Ama, gelin görün ki, bütün bu olumsuz tablolardan dahi ibret alamıyoruz! Suçu, kendimizde değil, başkalarında arama hastalığından bir türlü kurtulamıyoruz. Halbuki, bir kere kendimize bakabilsek, baştan ayağa yanlışta olduğumuzu göreceğiz ama!.. Yeni gelen Kemal Derviş; ekonomi ile siyaseti mutlaka birbirinden ayırmalıyız diyor. Ona gelinceye kadar, bunun böyle olması gerektiğini; her siyasi parti ve siyasetçi biliyor ve söylüyordu. Seçim öncesi milletine vadediyordu! Yine, seçim öncesi her türlü demokratik hak ve hürriyetlerden dem vuruluyor ve bunları millete reva görmeyen hükümetleri karalayarak iktidar olunuyordu. İktidar değişiyor da ne oluyordu? Millete verilen bütün vaatler unutuluyor ve her gelen, gideni aratır oluyordu! Çünkü; hiç kimse elindeki, ekonomik ve siyasi gücü bırakmak istemiyordu. Ülke, varsın anti demokratik kurallarla idare edilsin, varsın ülke insanı daha da fukaralaşsın; bu kimsenin, özellikle politikacının umurunda değildi! Ta ki, Özal gelip milletin ufkunu açıncaya kadar. Demokrasiyi ve onun nimetlerini, insan hak ve hürriyetlerini ancak; Özal'dan sonra tanıyabildik. Özal'a kadar yapabildiğimiz, yalnızca bir kör dövüşünden ibaretti. Nitekim, aynı kör dövüşü, Özal'dan sonra da devam etti. Denizi bitirip, duvara toslayınca onlar da pes etti! Daha açık bir ifade ile, para istedikleri dış mihraklar, yeter, bu kadarı fazla, demek zorunda kaldı! Bakınız; popülist politikacı marifetiyle geldiğimiz bu noktada, el oğlu; önce kanun ve kural, ondan sonra para demeye başladı! Bizim insanımıza acıdıklarından değil, alacaklarını sağlama bağlamak için!.. Ne hazin tecelli değil mi; yabancılara vermek zorunda kaldığımız güvence ile içerideki güvenceyi de sağlamış olacağız! Daha dün, komünizm illetinden kurtulan Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Romanya, Macaristan vb. bile bizi geçti; demokratik kuralları yerleştirip, özelleştirmelerini tamamladı ve serbest piyasa ekonomisini uyguluyorlar. Bugün yarın AB'ye girecekler. Ya biz? Popülist politikacı yüzünden, hâlâ işin dedikodusundayız; oysa atı alan Üsküdar'ı çoktan geçti bile!