Barış sürecinin düşündürdükleri

A -
A +

Kıbrıs meselesi 40 senedir Türkiye'nin önünde büyük bir engel olarak duruyor. Türkiye; hangi uluslararası müzakereye katılsa; Kıbrıs meselesi önüne çıkarılıyor, adım atmasına müsaade edilmiyordu. Kıbrıs'ın Türk kesimi ise, bütün dünya ülkelerince ambargoya tabi tutulmuş; ekonomik yönden adeta ölüme terk edilmişti. KKTC'de her türlü üretim ve ticaret durmuş; ülke Türkiye'nin gönderdiği paralarla ayakta durmaya çalışıyordu. Bu meyanda Türkiye de, KKTC'de gerekli yatırımları yapmaktan her nedense kaçındı. Geleceği belli olmayan ve önemli riskler taşıyan bir yerde özel sektörün yatırım yapması beklenemez. Bu yüzden olsa gerektir ki, Türkiye'nin içine düştüğü ağır ekonomik krizler sonucu bir kısım iş adamlarımız Kıbrıs yerine, Bulgaristan ve Romanya gibi ülkeleri tercih ettiler. Kıbrıs'ta başlatılan onca barış süreçlerinin sürdürülememesinin en önemli sebebi; Türkiye'de barışa ve çözüme gerçekten inanmış, kararlı ve güçlü bir iktidarın gelmemiş olmasıdır. Şimdiye kadar gelen iktidarların hiçbirisi elini taşın altına koymadı. Tabiri caizse "ölü yüzüne pudra" kabilinden palyatif tedbirlerle yetindiler. Çoğu kez de Kıbrıs'ı iç politikada malzeme olarak kullandılar. Bu alışkanlıklarından bir türlü kurtulamayan bir kısım siyasi parti yetkililerinin aynı yöndeki demeç ve değerlendirmelerine şahit olmaktayız. Devlet ve millet olmanın gereği!.. Dikkat ederseniz; Kıbrıs barış görüşmeleri; hem Yunanistan'ın ve hem de Türkiye'nin seçimleri öncesine rastladı. Yunanistan'da genel seçimler, Türkiye'de mahalli seçimler var. Hayretamiz bir şekilde; hem Kıbrıs Rum kesimi ve hem de Yunanistan, Kıbrıs konusunu asla iç politikalarına malzeme yapmadı. Hatta basınlarında polemik konusu bile yapılmadı. Böylesine nazik ve netameli bir konunun arkasında, tek vücut ve tek ses olarak müzakerelerin sürdürülmesine önayak oldular. Doğrusunu isterseniz; böyle bir tavrı beklemiyorduk. Devlet ve millet olmanın gereğini yaptılar... Bizde ise, ilk defa güçlü ve kararlı bir iktidar, Kıbrıs'ta çözüm konusunda elini taşın altına koydu. Kağıt üzerinde yetki ve sorumluluk siyasi erkindir ama, bugüne kadarki uyugulamalar, bu durumun böyle olmadığını göstermektedir. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın bu netameli konuda, yerinde bir tespit ve teşhisi vardır: "...siyasetçi boşluk bırakmamalıdır. Bırakılan boşluk başkaları tarafından doldurulur!" Şimdiye kadar hep böyle olmamış mıdır? Eğer, siyasetçiler yetkilerinin ve sorumluluklarının gereğini bihakkın yerine getirmiş ve hiçbir boşluk bırakmamış olsalardı; kim hangi boşluğu doldurmak için herekete geçebilirdi? Görünen o ki, siyasi erk, risk almaktan kaçınmış ve Kıbrıs gibi çok önemli meseleler yüzüstü bırakılmıştır. Ayrıca bırakıldığı şekilde de kalmamış; her geçen gün daha da çetrefil bir hal almıştır. Yine bakınız; bütün siyasi partilerin iştirakiyle Meclis; 1997 senesinde KKTC ile bütünleşme, entegrasyon ve gevşek federasyon kararı aldı. Bu karar, alındığı ile kaldı. Hiçbir iktidar, bu durumu kuvveden fiile çıkaracak adımı atmadı. Türkiye'nin önü açılmış olacak Aynı kararlılık ve iyi niyetle müzakereler sürdürüldüğü takdirde; 1 Mayıs'ta bütün bir Kıbrıs AB'ye girmiş olacak. Sadece Güney kesiminin katılımıyla doğabilecek onca olumsuzluklardan hem KKTC ve hem de Türkiye kurtulmuş olacak. Kötü mü? Ayrıca; AB'den müzakere tarihi beklemekte olan Türkiye'nin önü açılmış olacak. Türkiye'deki piyasalar daha şimdiden Kıbrıs barış sürecine kilitlenmiş durumuda! Bu kilit çözülürse, öyle inanıyoruz ki Türkiye şaha kalkacak.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.