Basiret ve sorumluluk

A -
A +

KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, muhtemelen bugün, hükümeti kurmakla ilgili görevlendirmeyi yapacak. Denktaş, görevi seçimlerde en çok oyu alan CTP lideri Talat'a verebileceği gibi, DP destekli UBP lideri Eroğlu'na da verebilir. Her iki şekilde de sağlıklı, sürdürülebilir ve güçlü bir hükümetin kurulabilmesi zor gözüküyor. Geniş tabanlı milli bir koalisyonun kurulamaması halinde iş, karşılıklı olarak milletvekili transferlerine kalıyor ki, bu şekildeki bir hükümetin; KKTC'nin önündeki çetin sorunlara; özellikle "çözüm"e yönelik çareler üretebilmesi ne derece mümkün olabilecektir? Kıbrıs meselesi 30 seneyi aşkındır Türkiye'nin önünde adeta kronikleşmiştir. 1 Mayıs 2004 tarihinde Güney Kıbrıs'ın AB'ye üyeliğe kabul edilişi ile daha da kronikleşeceğe benzemektedir. Yine görünen o ki, KKTC'deki siyasetçiler, hâlâ seçim öncesi tavırlarını üzerlerinden atabilmiş değillerdir. Zaman zaman sergiledikleri tavırlar ve birbirleri için sarfettikleri sözler insanı hayretlere düşürüyor. 70 milyonluk Türkiye'yi, en hayati şekilde ilgilendiren bu denli milli bir meselede 200 bin kişilik KKTC toplumunun siyasi parti liderleri bir araya gelemiyor ve konsensüs oluşturamıyorlarsa vah bizim halimize! Kıbrıs meselesi ilelebet çözümsüzlüğe terkedilemez. Bugüne kadar, bu şekilde geldi ama; bundan böyle aynı minval üzere devam etmesi mümkün değildir. Zira, şartlar değişmiştir. Herşeyden önemlisi; Güney kesiminin AB'ye kabulü ve Kuzey'de bulunan Türklerin de, AB'ye dahil olabilmek için gösterdikleri kararlılıktır. Rum'un ekmeğine yağ sürmek! Aynı kararlılık Türkiye için de söz konusu olduğuna göre; Türkiye ile KKTC arasında ortak ve milli bir politika üretip, bununla müzakerelere oturmak gerekiyor. Şimdi olduğu gibi; her, kafadan ayrı sesler çıkarmaya devam edersek Rum'un ekmeğine yağ süreriz! Bizim kanaatimize göre; BM Genel Sekreteri Annan'ın hazırlamış olduğu planı görmezlikten gelmek ve onunla asla müzakereye oturmamak anlayışı ile, "ver kurtul" kolaylığı aynı basiretsizliği ve sorumsuzluğu doğurmaktadır. Madem ki haklıyız, haklı olduğumuz bir davada, masadan kaçan taraf neden biz oluyoruz? Burada politik yanlışlarımız yok mu? Annan Planı'nda, bir değil birçok maddede çekincelerimiz vardır. Bütün bunlar, bu planın müzakere edilmemesini gerektirmez. Biz, müzakere masasına oturalım, tezlerimizi ortaya koyalım; nerelerde esneyebileceğimizi ve nerelerde esneyemeyeceğimizi karşı tarafa bildirelim. Kaçılacaksa karşı taraf kaçşın; biz niye kaçan taraf olalım ki?! AB ülkeleri çifte standartlı; Türklerle Rumlara aynı gözle bakmıyor; her iki taraftan aynı şeyleri talep etmiyor ve her iki tarafa da aynı şeyleri dayatmıyor. Olabilir... Üstelik bu hal yeni de değil; Avrupalı'nın yoğurt yiyişi eskiden beri aynı değil mi? Biz; evvel emirde kendimize bakalım! Bir yumruk gibi olup, tek noktaya aynı kararlılıkla ateş edebiliyor muyuz? Bugün Türkiye'miz tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor. Tek başına bütün bir Avrupa'yla boy ölçüşebilecek güç ve kudrettedir. 1959-1960 şartlarını düşünün; Türkiye ne halde idi? O vakitler bile; Londra ve Zürih Anlaşmalarını yapabilen bir ülke bugünkü gücüyle neden daha iyilerini yapamasın? Avrupa'nın çifte standartlarını, Rum'un haksızlıklarını ve Annan Planı'nın adaletsizliklerini kendilerine haykıracak ve hakkı meydan yerine koyup kabul ettirebilecek bir Fatin Rüştü Zorlu'muz yok mu? Eğri oturup doğru konuşalım; KKTC'yi kurduk ama, bütün dünyada kendimizden başka hiçbir kimseye tanıtamadık. Tanımak isteyen birkaç İslâm ülkesini de biz vazgeçirttik! 200 bin kişilik bu devlet, ekonomik yönden devamlı olarak Türkiye'nin kamburu oldu, bir türlü kendi ayakları üzerinde duramadı. Türkiye'den gönderilen milyon dolarlarla; hazır yiyen ve tüketen bir toplum oldu. KKTC'yi yönetenler, bu küçücük ülkenin kumarhane ve fuhuş batıklığına itilmesine göz yumdu! Bu statükodan hoşlananlar ve bunun böyle devam etmesini isteyenler elbette olacaktır. Ama, dünyanın gidişi öyle değil; siz değişmek istemeseniz bile, birileri sizi değişime zorluyor. Aklı olanın yapacağı iş; bu değişim zorunluluğuna direnmek değil, onu kendi milli çıkarları doğrultusunda törpüleyip kabullenmektir. Samimi ve ısrarlı bir gayret... Hâlâ zaman tünelinde kalıp meselelere 1970'lerin gözlüğüyle bakmanın kimseye faydası yoktur. AK Parti hükümeti; "Kıbrıs'ta çözüm için bugüne kadar hiç olmamış kuvvetli bir siyasi iradeyi ortaya koyacağız" diyor. Şimdiye kadar eksik olan da buydu zaten! Statüko hep Ankara'nın idare-i maslahatçı tavrından cür'et alarak işi sürüncemede bıraktı ve bugünlere gelindi. İlk defa; çözüme yönelik, samimi ve ısrarlı bir gayreti görüyoruz. Ne denli başarılı olabileceğini hep birlikte göreceğiz!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.