Tanzimat Fermanı'nın ilan edildiği 1839'dan beri batılılaştığımızı iddia ediyoruz. Zira, bu talepler Cumhuriyet'le doruk noktasına çıkmıştır. Batılılaşmaktan ne anladığımızın münakaşası o gün olduğu gibi bugün de yapılmaktadır. Demokratik kazanımlarda, insan hak ve hürriyetlerinde batıdan geride kaldığımız su götürmez bir gerçektir. Bu olumsuzluğun temelinde de, yönetici erkin milletine olan güvensizliği vardır. Şu veya bu şekilde mürekkep yalamış ve böylece kendisini aydınlanmış zanneden bir kısım zevatın milletine tepeden bakmaları ve onu hiçbir şeyden anlamaz bilmeleri bugünkü sonuçları doğurmuştur. Ezeli Türk düşmanlarının Türk'e yaftaladığı; "etrak-ı bi idrak!" yani anlayışsız, idraksiz Türkler tekerlemesini kendilerine rehber edinen bu nadan grup; milleti yokluğa, yoksulluğa ve bilgisizliğe mahkum etmişlerdir. Öyle ki, bir zamanlar köylünün şehre inmesini bile yasaklamışlardır! Yani; köylüysen köylü kal ve köyde kal demişlerdir. Batıdan ne anladığı hâlâ anlaşılamayan bu zihniyet, batılılık adına milletin ensesinde boza pişirmeyi maharet bilmiştir. Kendilerini vasi addedip, vesayet sistemlerini millete reva görmüşlerdir. Yalancının mumu yatsıya kadar yandı. Milletimizin ufkunu karartan kara bulutlar dağılıyor. Zira, milletini seven, milletine güvenen, milletten bir parça olan milletin öz evlatları iş başındadır! Merhum Özal'dan sonraki millet de artık eskisi gibi cahil, her şeyden habersiz ve talepleri olmayan millet değildi. Eskiden kendileri çalıp kendileri oynuyor ve bunu da cahil bıraktıkları millete yutturabiliyorlardı. Şimdi öyle mi? Millet, kendilerinden asırlarca ileride. Zavallılar, bu milleti hâlâ zorba yöntemlerle idare edebileceklerini zannediyorlar. Bu hal, zamanı ve zamanın gereklerini okuyamamaktır ve zaman tünelinde çakılıp kalmaktır. Onları kendi hallerinde bırakıp millet, yoluna devam edecektir. Bir dirhem akılları varsa, milletin sesine kulak verip, milletin safında yer alırlar. Aksi halde, kendi kör kuyularında boğulup gideceklerdir!