Sevgili Peygamberimiz (aleyhisselam) Müslümanı tarif ederken şöyle buyuruyor: "Mü'minin neşesi yüzünde, kederi kalbindedir!" Evet; dünyanın, bu olumsuz şartları karşısında kutlamakta olduğumuz bayramlar buruk da olsa, yüzümüzden neşemizi eksiltmeyeceğiz. Neşeyle de, kahırla da geçse; neticede üç günlük dünya... Bizim dinimizde egoizme, yani bencilliğe yer yoktur. Zira, kişi kendi nefsi için istediği şeyleri başkaları için de istemedikçe olgun bir imana sahip olamaz. Dolayısıyla, inanan kişi, karşısındaki insanlara ferahlık verir. Hiçbir şey yapamazsa, bu ferahlığı güler yüzü ile verir. İnanan kişinin asıl işi, Ahiret iledir. Ebedi yurdu için hazırlık içindedir. Geçici olan bu dünyanın hiçbir olumsuzluğu onu ümitsizliğe düşürmez. Bu dünyada, bir seyahate çıkılmak istendiğinde bile, belirli hazırlıkların yapılması icap eder. Ya, ebedi seyahate çıkmak için?.. Müşrikler, bir gün Peygamber Efendimize (aleyhisselam) gelerek: "Varlığını haber verdiğin Allah'ı bize göster biz de inanalım!" dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz çok sıkıldı; kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Cebrail aleyhisselam şu ayet-i kerimeyi getirdi: "Ben onların içindeyim; neden beni göremiyorlar?" Öyle ya; göz kör ise, güneşin kabahati ne? İnsanoğlu için aynı hastalık bugün için de söz konusudur. Bir kısım insanlar; biz ancak gördüğümüz şeye inanırız, diyorlar. Oysa aynı insanlar hem akıllarının ve hem de vicdanlarının olduğunu iddia ediyorlar! Göster denildiğinde ise, bunların yansımaları var, diyorlar. Birazcık iz'anla, insan kendisine veya dışındaki dünyaya ve dünyalara baksa; bütün bunların boşuna mı olduğunu zannediyor? Halbuki, o da çok iyi biliyor ki, bir zerre bile bir gaye için yaratılmıştır; hiçbir şey boşuna ve lüzumsuz yaratılmamıştır. Bunun için de, elbette ibret nazarıyla bakmak icap eder. İslam büyükleri şöyle buyurmuştur: "İnsan, gördüğünden ibret almazsa; neye yaşar ki?!."