Sevgili okuyucularımın Ramazan Bayramlarını en kalbi duygularla tebrik ediyor, bu vesile ile ünlü şairimiz Yahya Kemal'in 1922 yılında kaleme aldığı 'Ezansız Semtler' makalesinden bir bölümü sütunuma alıyorum: "Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular. Doğarken kulaklarına ezan okundu. Evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler. Mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur'an sesini işittiler. Bir raf üzerinde duran Kitabullah'ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanlarında gittiler; camiler içinde şafak sökerken tekbirler dinlediler; dinin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata böyle girdiler, Türk oldular... ... Dinsizliğin, kayıtsızlığın aksülameli başladı bile. Çocukluktan beri diyanet yolundan ayrılmamış olan kardeşlerimiz, bizim gibi rücu hislerini itiraf edenlere henüz inanmıyorlar. Onlara tamamiyle iltica edeceğimiz zaman da bizi birden tanımayacaklar. Çünkü onlardan çok ayrı ve uzak düştük. Dört sene evvel Büyükada'da oturuyordum. Bayramda Bayram namazına gitmeye niyetlendim. Fakat Frenk hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı? Saban erkenden uyanamamak korkusu ile o gece hiç uyumadım. Vakit gelince abdest aldım. Büyükada'nın mahalle içindeki sakit (sessiz) yollarından kendi başıma camiye doğru gittim. Va'iz kürsüde Vaaz ediyordu. Ben kapıdan girince bütün cemaatin gözleri bana çevrildi. Beni, daha doğrusu bizim nesilden birini, camide gördüklerine şaşıyorlardı. Orada o saatte toplanan ümmet-i Muhammed, içine bir yabancının girdiğini zannediyordu. Ben içim hüzün dolu yavaş yavaş gittim. Vaazı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum. Kardeşlerim Müslümanlar bütün cemaatin arasında yalnız benim vücudumu hissediyorlardı. Ben de onların nazarlarını hissediyordum. Vaazdan sonra namazda ve hutbede onların içine karışıp Muhammed sesi kulağıma geldiği zaman gözlerim yaşla doldu. Onlarla kendimi yek-dil, yek-vücut olarak gördüm. O sabah, o Müslümanlığa az aşina Büyükada'nın o küçücük camii içinde, şafakta aynı milletin ruhlu bir cemaati idik. Namazdan çıkarken kapıda ayandan Reşid Akif Paşa durdu. Bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu. 'Bu Bayram namazında iki defa mesudum. Hamdolsun sizlerden birini kendi başına camiye gelmiş gördüm. Berhudar ol oğlum; gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni müteselli etti' dedi. Hem geldiğimi hem de bayramımı tebrik etti. Yanındaki eski adamlar da onun gibi tebrik ettiler; bu basit hadiseden pek samimi olarak mahzuzdular. O sabah gönlüm her sabahtan fazla açıktı. Biz ki, minareler ve ağaçlar arasında ezen seslerini işiterek büyüdük. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık. Biz böyle bir sabah namazında anne millete dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, Frenk terbiyesi ile yetişen Türk çocukları dönecekleri o yeri HATIRLAYAMAYACAKLAR!" 1922- 2011 aradan doksan bir sene geçti; ya bugünkü nesiller!!!