Yarım asrı aşkın demokrasi tarihimiz, ibretlerle dolu hazin bir hikâyedir. İlk serbest sandık 1950 yılında milletin önüne konduğunda, millet, tercihini CHP'nin karşısındaki partiden yana kullandı. Bu durum, CHP'den açık bir nefretin işaretiydi. Oysa CHP, yalnızca bir siyasi parti ve onun kendi içindeki kadrolarından ibaret değildi. Asker-sivil tüm bürokrasiyi kuşatan ve onları kendinden kılan bir siyasi oluşumdu. İktidara gelen partiler bu yüzden muktedir olamıyorlardı. Zira, davul, milletin seçtiği iktidarın boynunda, tokmak ise ezel-ebed CHP'lileşen bürokrasinin elindi idi. Nitekim; 1960 İhtilali, ordu+CHP:?iktidar şeklinde tecelli etmiştir. Bundan sonraki hemen on senede bir yapılan ihtilal ve askerî muhtıralarda da aynı asker ve sivil bürokrasiyi fonksiyonel olarak görürsünüz. 1971 Askerî Muhtırası'nın gerekçesi; 'mevcut iktidar tarafından ülkenin uçurumun kenarına getirilmiş olmasıdır.' Oysa 1965-1971 arası idareye baktığımızda; yüzde 7 kalkınma hızı ile yüzde 5 oranında bir enflasyon görülmektedir. Bu tabloyu uçurum olarak nitelendiren kafada beyin yerine ur vardır. Bakınız, Türkiye'miz o tablolara erişebilmek için tam 40 senesini vermiştir. 40 senelik bu gecikmenin bedelini kim ödemiştir. Asker ve sivil bürokrasi mi; asla! Bu fakir millet ödediği gibi; el an da ödemeye devam etmektedir! Şayet, merhum Özal gibi bir lider ve onun kadroları iş başına gelmeseydi; bugünkü Tayyip Erdoğan iktidarından da bahsedilemeyecekti! Tıpkı Suriye, Mısır, Tunus, Yemen vb. gibi totaliter baskı altında inim inim inletilen, içine kapalı ekonomisiyle; hâlâ sabanla çift süren fakir bir köylü toplumu olarak kalacaktık. Abartmıyorum; 1990'da Sovyetler Birliği'ne gittiğimizde ülke, 1950'lerin dünyasını yaşıyordu! Bütün bu ihtilalleri yapanlar ve o muhtıraları verenlerle onların yandaş ve yardakçıları; kul hakkından da öte; topyekûn bir milletin hakkını nasıl ödeyecekler?!. Dünyadaki mahkemelerden kaçsalar bile; 'Mahkeme-i Kübra'da nasıl hesap verecekler?