Asırlar boyu; doğudan kopup batıya doğru koşuyoruz. Ancak; bu yürüyüşün son iki yüz senelik devresi, 'kendimizden kaçış'ı yansıtıyor.
Bin yıldır; her üstünlüğe imza atıp, hayırda ve hikmette yarışıp tüm dünyanın cazibe merkezi olurken; bize ne oldu ki, kendimizi beğenmez ve değerlerimizden sıyrılır olduk?!
Şahsiyetimizden öylesine iğrendik ve öz benliğimizden öylesine koptuk ki; önce, fesi giymeyi ve ardından da onu çıkarmayı ve yerine şapkayı giymeyi 'devrim' addettik!
Ta Sultan Mahmud devrinden başlattığımız ve iki yüz sene boyunca sürdürdüğümüz devrimlerle; taklitçiliğin şaheser numunelerini verdik. Ve bu taklitçilikle, 'muasır medeniyet'e erişebileceğimizi vehmettik.
Bu halimiz, Hindistan'daki maymun avlanmasını andırmıyor mu?.. Avcılar ormana gidip, maymunlara ellerindeki muzları gösterir ve onları yere gömdükleri küplerin içine bırakırlar. Küplerin ağızları dar, dipleri genişçedir. Avcılar uzaklaşınca, maymun süratle gelir ve elini küpün içine sokar, muzu avuçlar. Muzu çıkarmak ister ama, eliyle birlikte, küpün dar ağzından çıkmaz. Maymun, elinin muzla birlikte çıkmadığını görmesine rağmen, muzu bir türlü bırakmaz ve o şekilde avcı tarafından yakalanır. Yakalanmış olmasına karşın, muzu hâlâ sıkı sıkı tutmaya devam eder!..
En büyük devrimi de; rejimi değiştirerek gerçekleştirdik ve adına cumhuriyet diyerek; Meclis'in duvarına: 'Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir!' ibaresini yazdık. Böylece millet, kendi kendisini idare edecekti!
İşe, millet mefhumunun içini boşaltarak koyulduk. İnkâr ve ayrıştırma politikaları ile sistemi, tek kelime ile 'yalan'ın üzerine bina ederek; hem kendimizi, hem topyekûn milleti ve hem de cümle âlemi aldattık veya aldattığımızı sandık!
Yetiştirdiğimiz yeni nesilleri 'yalan tarih'le yoğurduk!
İngiliz aşısıyla ayıltılıp; geri kalışımızın sebebini ve nasıl ileriye gideceğimizi öğrenmiştik; başta dinimiz olmak üzere geçmişimizle tüm bağlarımızı koparmalıydık!
Bu zihniyete göre; Meclis'i 1920'de açmamıza rağmen; tarihimiz, mazimizi inkâr ve iptalle 1923'ten itibaren başlar ve cumhuriyet ve onun banisi olmasaydı; bugün Kani yerine Yani olurmuşuz!
Peki; Kani oluş ve Kani kalış önemli idiyse, en az bin yıldır böyle oluşu ve kalışı kime, kimlere ve neye borçluyuz; hiç düşünüldü mü?
Yırtıcı hayvan inlerine çekilmeden, biraz iz'an lütfen!