Bir kesim var ki...

A -
A +

Türkiye'mizde bir kesim insanımız var ki, bunlar, bizim asla AB'ye girebileceğimize inanmıyorlar. Bu görüştekiler azınlık olmalarına karşın; devletin etkili ve yetkili yerlerinde bulunmalarından dolayı; işi bugüne kadar hep bunlar sürükledi ve tabir caiz ise, Türkiye'yi ve Türk insanını bir fanus içinde tutmayı ve dünyadan tecrit etmeyi başardılar! Ve, vaktiyle bu görüş o kadar yaygındı ki, neredeyse siyasi yelpazenin en sağından en soluna değin her kesimi kapsıyordu. Yine o vakitler, AB'ye girmeyi ve AB'yi savunmak adeta suçtu. İnsanımızın zihnindeki bu tabuyu kıran da Özal oldu. O, bu işe meşhur '4 eğilim'i aynı çatı altında toplayarak girişti ve birbirlerinin yüzlerine bakmaya bile tenezzül etmeyen 'tahammülsüz' insanları aynı ideal etrafında buluşturarak başladı. Neden sonra; insanlar, eteklerindeki taşları dökerek 'konuşarak' uzlaştı! Bu durum içeride böyle de dışarıda farklı mıydı? Sınırımızın hemen öte yanındaki ülke ile dost ve müttefik olmamıza rağmen, evvel emirde ona 'düşman' gözüyle bakmayı milli bir görev sayıyorduk! O devletle olan bütün münasebetlerimizi de (askeri, sınai, ticari, sosyal vb.) bu düşmanlık üzerine bina ettiğimizden; aramızdaki sınır göğe doğru yükseltilerek, bu iki 'komşu' millet birbirlerini ayrı gezegenlerin mahlukları olarak niteliyordu! Bunun bize yaptırmaları son derece calib-i dikkattir! Çünkü biz; daha düne kadar; üç kıta-7 iklim üzerinde onca ayrı din ve düşünceye mensup çeşitli milletleri yan yana yaşatmış ve bu yüzden dolayı, kimsenin burnunun kanamasına müsaade etmemiş bir millettik. Şimdi ne olmuştu da; bunca engin hoşgörüye sahip bu asil milletin evlatları, bırakın, dışarıda düşman diye belletilenleri, kendi öz kardeşinin gözünü oyar olmuştu? Bir milletin üzerinden silindir geçirseniz, onu öldürebilir ancak; bu hale getiremezsiniz! Yalnız bizde değil, bütün dünyada insanları ve bütün bir insanlığı çığırından çıkaran ve onu yanlış yollara kanalize edip çıkmazlara sürükleyen olgu, 1789'da meydana gelen Fransız İhtilali ve onun getirdiği yeni fikirlerin aleme yayılması hadisesidir. Avrupa, AB'ye ve onun normları denen 'Kopenhag Kriterleri'ne gelinceye kadar ne kanlar döktü; ne ıstıraplar çekti; ne göz yaşları akıttı! Bu cümleden olarak; yalnızca geçen Asır'da bütün bir alemi üst üste iki defa tutuşturarak yangın yerine çevirdi. Oluk oluk kan akıtarak bedel ödedi; sonunda, yalnızca dünyada olsun insanı (kendini) görebildi! Bizim (Osmanlı) coğrafyamızdan halkı Hıristiyan olanların hemen hepsi AB'ye dahil ediliyor. Halkı Müslüman olan ülkelerden yalnızca Türkiye'yi ise kapıda bekletiyorlar! Buradaki can alıcı sualin cevabı, henüz tam açık ve net değildir: Onlar mı bekletiyor, yoksa biz mi girmek istemiyoruz?! Daha açık bir ifadeyle biz; o kapıyı zorlamaya layık mıyız?! Kendimizi ve kendi insanımızı görebilmiş miyiz?! Ceket astarımızın içinde unuttuğumuz değer yargılarımızı kuvveden fiile çıkarabilmiş ve bunları hayatımıza uygulayabilmiş miyiz? AB'ye girmekten önemlisi bizim bu tecrit kampından çıkmamız değil midir?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.