Demokrasiye geçişimizin üzerinden altmış yıla yakın süre geçti. Bunca geçen zamana rağmen bizim demokrasimiz hâlâ emekleme devresindedir. Bu durumun başlıca iki sebebi vardır. Birincisi bizdeki devlet ve siyaset adamlarımızın gerçek manada demokrat olmayışları; ikincisi de, her on yılda bir yapılan askerî müdahalelerdir!.. Bunca darbenin yapıldığı bir cemiyette, değil demokrasinin gelişmesi, yeşerebilmesi bile bir meseledir. Önce siyasetçiden başlayalım. Demokrat siyasetçi, evvel emirde demokrasiyi kendi içinde sindirmiş olacaktır. Yalnızca sisteminizi çok partili kılmakla demokrat olunamıyor. Zira, bu yapıdaki siyasi partilere baktığımızda; onların da oluşumlarının ve işleyişlerinin anti demokratik olduğunu gözlemleriz! Türk cemiyetinin demokratlaşamamasının en büyük sebebi, kurucu parti hüviyetindeki CHP'nin bir türlü demokrasiyi içine sindirememesidir! Baskıcı ve dayatmacı... İsminde "halk" sözcüğü olmasına rağmen; demokratik hayatımız boyunca, bir kere olsun halkımızın değerlerine, onun özlem ve beklentilerine paralel siyaset gütmemiştir ve halen daha da gütmememektedir! Baskı ve dayatmacılığı kendisine prensip edinen bu siyasi partimiz, kendi kötü örnek olması bir yana, demokratlaşmak isteyen rakip partilere de, şu veya bu şekilde yaşama şansı vermemiştir. Üstüne üstlük CHP, altmışlı yıllardan itibaren "sol" bir siyaset izleyeceğini açıklamış olmasına rağmen; o günden bu güne kadarki beyan ve icraatlarına ve parti programlarına bakıldığında, değil "sol", "en sağcı" partilere bile kendisini kıskandırır! Zira, onlardan daha çok baskıcı ve dayatmacıdır. Geçenlerde, aslen Rizeli olmakla birlikte İstanbul milletvekillerimizden Milli Savunma Komisyonu Başkanı dostum Kemal Yardımcı Bey'in bir yemek davetine gittim. Bir de ne göreyim! Bütün davetliler Rize kökenli siyasetten, bürokrasiden, iş-sanat ve spor dünyasından birçok katılımcının iştirak ettiği yemekte herkese söz hakkı verildi. Herkes bir şeyler söyledi. Bu söylenenler arasında benim dikkatimi bir şey fazlasıyla çekti. Avukat olduğunu söyleyen yaşlı bir beyefendi, onca yaşının ve tecrübelerinin ışığında bir hususun bilhassa vurgulanması gereğine işaret etti ve şöyle dedi: "... Kırk seneden fazladır, Ankara'da avukatlık yapmaktayım. Mesleğimin en iyilerinden sayılırım. Bu gece burada çok güzel şeyler söylendi. Bendeniz, bu söylemlere ayrıca bir şey ilave etmeyeceğim. Ancak, bir tespitim var. Demokrasimiz adına son derece sevindirici bir durum. Bu hususu vurgulamadan geçemeyeceğim. Ankara'da bulunmamızdan ötürü, ayrıca mesleğimizin de icabı siyasilerle hep iç içe olduk. Şu hususu da hemen ifade etmeliyim. Bendenizin herhangi bir siyasi partiye mensubiyetim yoktur. Tamamen objektif olarak bir gözlemimi belirtiyorum ki, şimdiye kadarki siyasetçiler özellikle milletvekilleri halkımıza hep tepeden bakarlardı! İlk defa şimdi görüyorum ki, milletvekillerimiz halkına aynı seviyeden bakıyor! Onun derdiyle dertleniyor ve onunla aynı dili konuşuyor! Bu bakımdan; milletvekillerimizi kutluyor ve domakrasimiz adına seviniyoruz..." Darısı diğerlerinin başına Biz orada, Rize kökenli ama, değişik illerimizin AK Parti milletvekilleri olarak bulunuyorduk. Ne diyelim; darısı diğer partili milletvekillerimizin başına! Gaye, fert ve cemiyetlerin mutluluğu olduğuna göre, onları mutlu kılmanın yegane yolu, onların ihtiyaçlarını karşılamak ve onların özlem ve taleplerine cevap vermektir. Onlara, istemedikleri şeyleri zorla dayatmanın demokrasi ile ne alakası olabilir? Milletimizi ne denli anlayabiliyor ve onunla ne kadar hemhal olabiliyorsak o kadar demokratız demektir...