200 senedir Batılılaşacağız diye çırpınıyoruz; son 50 senedir de demokratikleşeceğiz diye didinip duruyoruz. Her iki hususta da geldiğimiz yer ortada; Batı'nın kenar mahallesinde, türedi bir dilenci konumumuz yanında, demokrasi adına da, milleti cambaza baktırıp, benim diyen tiyatroculara taş çıkartan bir demokrasicilik oyunumuz var! Bu halimizle dünyada emsalimizin olabileceğini zannetmiyorum. Nasıl olsun ki; onlar, rejim ve sistemleri hangi ad altında olurlarsa olsunlar; kendi içlerinde ve kendi mantıkları doğrultusunda tutarlı ve samimi sistemler. Zulümse zulüm, baskı, dayatma ve olabildiğince totaliterse, baskıcı ve totaliter ama; bu yaptığında samimi! Türk toplumuna arız olan ve iflahı mümkün olmayan, şifa bulmaz bu hastalığın müsebbipleri, Türk'ün ebedi düşmanları tarafından dışarıdan beslenmek ve desteklenmek suretiyle içimizden yetiştirildi. Türk Cemiyeti'nde bu tiplerin ilk örnekleri İttihat ve Terakki güruhudur. Bu güruh, Sultan Abdülhamit Han'ı 1908 senesinde tahtından al aşağı ettiler. 10 senelik iktidarlarında, yani, 1918'e gelindiğinde; üç kıta yedi iklimde hükümran olan Cihan Devleti'mizi maddede ve manada bitirdiler. Harb-i Umumi'yi (Birinci Cihan Savaşı) öyle sıradan bir savaş zannedenler aldanıyorlar. İkinci Cihan Savaşı'nda daha fazla kan aktı, daha çok insan öldü ve daha fazla memleket yakılıp yıkıldı. Ama; Birinci Dünya Savaşı'nın manası çok başkadır. Bu savaşla birlikte, alemden nizam çekilmiştir. Çünkü; yıkılan ve tarumar edilen Osmanlı Devleti, dünya üzerinde Hakk'ın ve adaletin yegane mümessili idi. Osmanlı Devleti'nden sonra güç, kuvvet ve otorite zalimlerin eline geçti. Bundan böyle dünya üzerinde sömürge imparatorlukları hakimdi. İşte o hakimiyet, o gün bugün, şiddetini mazlumlar üzerinde artırarak devam ediyor! İttihat ve Terakki bize yalnızca imparatorluğumuzu kaybettirmedi; Türk insanının ruhunda ektikleri küfür ve irtidat tohumları, kıyamete kadar gelecek nesillerimizi, madde ve manasıyla iğdiş etti! Birinci Cihan Savaşı'ndan sonra, alem ters yüz oldu dense, yeridir. Ve, bütün bir dünya; bir avuç zorbanın elinde, yüzlerce mazlum milletin çığlıklarıyla yankılanıyor! Bizim uğradığımız ise, hepsinden bin beteri! İşin vahamet derecesine bakın ki, başımıza gelenlerin muhasebeni yapacak ve 'Bize ne oldu?' diyebilecek halden de fersah fersah uzağız! Bizim Avrupalılığımız veya demokratlığımız; başında melon şapka, frak giydirilmiş maymundan farklı mı Allah aşkına?! Siyasetin, milletin beklentilerine ve özlemlerine cevap verebilmesi için; seçilecek siyasetçiyi milletin tanıması ve seçebilmesi lazım. Hangimiz; milletvekilimizi tanıyor, belirliyor ve doğrudan seçebiliyoruz? Bütün bunlar, parti genel başkanının işi! Yani, o belirliyecek, o sıralayacak, biz de onlara oy verip, seçti olacağız! O halde, buna niye; 'siyasi parti genel başkan idaresi' demiyoruz da, demokrasi, yani halkın idaresi diyoruz? (Siyasetteki açmazlarımıza yarınki makalemizle devam edeceğiz.)