Düşünüyorum da; bizim kendimize ettiğimizi acaba hangi dış düşman yapabilir? Mesela; bakınız: 22 Temmuz 2007 tarihinde genel seçimleri yaptık. Milletimiz AK Parti'yi tek başına iktidara taşıdı. Belli ki, milletimiz kaostan bıkmış, bir an evvel siyasi istikrara kavuşmak istiyordu. Seçimlerden sonra Meclis teşekkül etti. İstikrarsızlık içinde kaybedilen tamı tamına on yedi sene vardı. (90'lı yılların başından 2007 Temmuzuna kadar!) İktidar süratle işe koyulmalı, boş geçen seneler telafi edilmeliydi. Artık durmak zamanı değildi. Bu anlayıştaki AK Parti iktidarı ve AK Parti ağırlıklı TBMM geceli gündüzlü hummalı bir çalışmanın içine girdi. Demeğe kalmadan; tam piyasalar açılıp canlanmaya yüz tutmuş iken, yabancı sermaye bulduğu istikrar ortamıyla akmaya başlamışken iktidar partisi hakkında kapatma ve lideri hakkında siyasetten men talebiyle dava açıldı. Her şey ama her şey bıçak gibi kesildi. Akşama kadar insanımızın içindeyiz. İşçiyle, çiftçiyle, işverenle vs. hemen her kesimle görüşüyoruz. Yabancı sermaye akışı durmuş, iç piyasada para sırra kadem basmış -tabiri caizse- yaprak kımıldamıyordu. Sorumsuz muhalefet, halkımızın bu hâlini görmesine rağmen, ateşe körükle gidiyor; piyasalara ümitsizlik pompalayarak akılları sıra iktidarı yıpratıyorlardı. Halbuki bir düşünün; AK Parti olmadan TBMM'den herhangi bir siyasi partinin kuracağı hükümetin güvenoyu alabilmesi imkansızdı. Allah'tan, mahkeme eskiden olduğu gibi yıllarca sürmedi. Sürseydi, millet perişandı ve bu perişanlığın sebebi olarak AK Parti iktidarı gösterilecekti. Bu durum hangi vicdana sığardı? Neyse ki, aklıselim galip geldi de; ne parti kapatıldı ve ne de Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı addedildi. Milletimiz derin bir nefes aldı. Siyasi istikrarsız ortamdan en önce kaçan paradır. Siyasi istikrar avdet etse de, en son gelecek olan yine paradır. Meclis'in açılmasına 12 gün var. Milletimizin ihtiyacı olan kanunları süratle yürürlüğe sokacağız. Asla korkuya ve vehme kapılmadan; milletten aldığımız gücü yine milletimizin hizmetinde kullanacağız.