Ecdadımız bizim gibi değildi; onlar akıllı insanlardı ve dünyaya dünyaya kalacakları kadar, ahirete de orada kalacakları kadar kıymet vermeye özen gösterirlerdi. Bu cümleden olarak da, öldükten sonra amel defterlerini açık tutacak 'vakıf medeniyeti'ni oluşturmuşlardı. Öyle ki, her vakıf eserlerini kıyamete kadar yaşatabilecek maddi ve manevi şartlarını yerine getirmişlerdi. Cami, üniversite, çeşme, sebil, muvakkithane, kütüphane, hastane, yetimhane, yaşlılar evi vb. gibi insanlığın hizmetine sunulan binlerce vakıf eserini yaşatmak ve onların maddi ihtiyaçlarını karşılamak üzere de; han, hamam, kervansaray, çarşı, her türlü ticaretin yapılabileceği mekanlar ve her çeşit tarımın yapılabileceği araziler vb. gibi gelir getirici taşınmazları da vakıf emlaki olarak belirlemişlerdi. İnsanların servetlerini (mal ve mülklerini) bu şekilde vakfetmeleri kanuni olarak tescil edilip teminat altına alınıyor; manevi olarak da; tüm vakfiyeleri gayeleri dışında kullanacaklar da ebediyen lanetleniyordu. İmparatorluğumuz içindeki tüm cemaatler (İslam, Hristiyan, Yahudi vb.) vakıf medeniyetini geliştirerek yaşattı. Milletlerarası hukukta, ülkeler işgal edilse bile, oradaki şahıs mallarının tapuları geçerlidir. İmparatorluğumuzun yıkılmasından sonra; hem içeride (Anadolu ve Trakya) hem de dışarıda (başta Balkanlar olmak üzere tüm Osmanlı coğrafyasında) vakıf malları üzerinde korkunç bir tahribat yaşandı ve dehşetli talanlar yapıldı. Âdeta; bir vakıf medeniyetinin köküne kibrit suyu döküldü! Başbakan Tayyip Erdoğan, bu durumları kısmen dillendirmeye çalışırken; bütün bu yıkım ve talanların mümessili olan CHP'nin yeni genel başkanı; 'camilerin ahır yapıldığı' gerçeğini hafsalası almıyor ve Diyanet İşleri Başkanını açıklamaya davet ediyor! Diyanet de yaptığı açıklamada; politikaya bulaşmadan; 'Anadolu'da ve Balkanlar'da bu denli yıkımların olduğunu' kibarca ifade ediyor. Belli ki, mahut genel başkan, vakıf muhitlerinden epeyce uzakta kalmış! 80'li yıllarda Türkiye gazetemizin yazı işleri müdürü idim. Yaptığımız araştırmacılık gazetecilikle ve yayınlarla onlarca cami yerini, her türlü işgal altında bulup kurtarmaya çalışmıştık. Bunlardan sadece bir tanesini burada yazıp dikkatlerinize sunuyorum. Sirkeci Tren Garı'ndan çıkıp soldaki merdivenlerin hemen üstünde yer alan 'Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii' (Aslında adı Koca Mustafa Paşa Camii'dir) 1927 yılında minaresi ve kubbesi yıkılıp camilikten çıkarıldı ve içinde içki içilen ve fuhuş yapılan bir mekân hâline getirildi. 80'li yıllarda ise, adı 'Anadolu Saz'dı! Oradaki esnafın gayretleri bizim yayınlarımız ve merhum Özal'ın himmetiyle orası asli hüviyetine kavuşturulabildi. Şu andaki Vakıflar'ın elindeki eserler, asıllarının binde biri bile değildir. Hepsinin kayıtları var; Vakıflar Genel Müdürlüğü bunları kitap şeklinde yayınladı. İsteriz ki, bütün bunları başta genel başkanları olmak üzere CHP'liler açıklasın! Çünkü, bir vakıf medeniyetinin yıkılıp, talan edildiği dönem; kendi partilerinin tek parti yönetim devirlerine rastlıyor!