CHP'nin hizipler partisi olduğunu biliyorduk da, doğrusu; solcu geçinip "statüko"dan yana böylesine bir tavır içinde olabileceğine ihtimal vermiyorduk. Aldanmışız... Normal şartlarda sağ partiler, daha "tutucu" olurlar; bu hallerinden dolayı da haklı veya haksız şekilde "gerici" diye suçlanırlar. Terslikler ülkesi Türkiye'mizde, sağ partiler hamleci ve medeniyetçi; solun temsilcisi iddiasındaki CHP ise, "tutucu" ve "statükocu"... Bizim dışımızdaki, bütün dünyadaki sol partiler halktan yana tavır alırlar ve çoğu kez devletleriyle karşı karşıya gelirler. Bizdeki CHP, devletten (kendi anlayışlarındaki) yana olup, halkı karşılarına almakta bir beis görmemektedir. "Sosyal demokratlığa" da böylece ve kendimize göre bir kılıf uydurmuş olduk! Devlet geleneğinden gelen CHP'nin, hiç olmazsa dışarıdaki milli konularımızda; (AB ve Kıbrıs gibi) çok daha duyarlı ve sorumlu bir politika takip etmesini beklerdik. Hükümet şu parti olmuş, bu parti olmuş önemli değil. Hangi hükümet olursa olsun; Türkiye'nin mili bir dış politikasını yürütüyorsa; klasik muhalefet bir kenara konulur ve o hükümete yardımcı olunur. Çünkü, bu tür meselelerde hükümetlerden ziyade topyekûn bir milletin istikbali söz konusudur. Gelişmiş demokrasilerde, bu durumlarda; iktidar ve muhalefet ortak hareket eder. Kızılca kıyameti koparttılar! Başbakan Recep Tayyip Erdoğan; "Kıbrıs'ta toprak da verebiliriz" deyince kızılca kıyamet koptu. Neredeyse vatan haini ilan edilecekti! Bu söz Türkiye'de ilk defa mı söyleniyor? Kıbrıs davasının en yalın ve kahraman savunucusu Sn. Rauf Denktaş önceki müzakerelerde bu durumu defaatle dillendirmedi mi? Malum, Kıbrıs Adası'nın yüzde 36'sı Türklerin kullanımındadır. Gerçi Maraş bölgesi öylesine "metruk" halde tutuluyor ama; orasını dahil ederseniz bu rakam yüzde 36'dır. Nitekim, Kıbrıs Barış Harekatı'nı düzenleyen komutanlar da; "Biz, durulması gereken yerden biraz daha ileri gittik. Yarın öbür gün bir anlaşmaya gidilirse vazgeçebileceğimiz fazladan toprağımız olsun diye düşündük" dememişler miydi? Hal böyle iken; sırf sorumsuz muhalefeti sergilemek adına; "Tayyip Erdoğan; BM Genel Sekreteri Annan ve ABD Başkanı Bush'la kapalı kapılar ardında ne konuştu, hangi tavizleri verdi?" demenin bir manası var mı? Bilindiği üzere; ilk defa Türkiye'de bir hükümet, samimi bir gayretin içine girerek Kıbrıs konusunu bir çözüme kavuşturmak çabasındadır. Bunu da, hükümetten ziyade bir devlet politikası olarak yürütmek istemektedir. Nitekim; Cumhurbaşkanı Sn. Sezer'in başkanlığında toplanan MGK'da alınan kararlar doğrultusunda hareket edilmektedir. Orada alınan kararlar doğrultusunda bu müzakereleri yürütecek olan da KKTC Cumhurbaşkanı Sn. Rauf Denktaş'tır. Kıbrıs gibi, çeyrek asırdır kronikleşmiş bir meselenin çözümü elbette kolay değildir. Bir tarafın iyi niyeti de kâfi değildir. Kıbrıs meselesinde dört taraf vardır. KKTC, Türkiye, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan... Bu dört tarafın da çözümden yana samimi kararlılıkları elzemdir. Başbakan'ın hedefi belli! Ancak bundan sonra müzakereler başlayabilir. Müzakerelerde ise, tarafların verebilecekleri tavizler önemlidir. Bunların da dengeli ve adil olması şarttır. Başbakan; Türkiye'nin "çözümden yana" iyi niyetini ve kararlılığını bütün dünyaya gösterebilmek için; "müzakerelerde karşı taraftan bir adım önde" olacağımızı vurgulamıştır. Başbakan'ın buradaki hedefi; dünya kamuoyu nezdinde Türkiye'nin müzakerelerden kaçan taraf bilinmemesi ve bunun neticesinde de; 30 senedir, bütün dünyanın KKTC'ye uygulamakta olduğu "ambargo"nun kaldırılmasıdır! Bu durumu başta CHP ve diğer muhalefet partileri bilmiyor mu veya anlamıyorlar mı? Bal gibi biliyor ve anlıyorlar ama işlerine gelmiyor!