Ana muhalefet partisi CHP'nin başını çektiği müthiş bir gerilim yaşıyoruz. CHP, iki seneden beri oluşturduğu bu denli gerilim politikasını her geçen gün artırarak bugünlere geldik. Cumhurbaşkanı, cumhurun (bütün milletin) başıdır; onun için adayın, geniş bir katılımla ve uzlaşma ile belirlenmesi gerektiğini ifade ediyor ama aynı zamanda uzlaşmaya yönelik bütün kapıları kapatıyor. İktidar partisine âdeta bir emri dikte ediyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi üstüne üstlük Başbakan'a pervasızca hakaretlerini sıralıyorlar! Hemen her gün kendisine hakaretler yağdırılan bir Başbakan, uzlaşma veya herhangi bir düşünceden dolayı ana muhalefet partisinin kapısına nasıl gidebilir? Nitekim gitmedi de... Gül, bunları hak etmiyor! Peki; iktidar partisinin böyle bir CHP'ye bilgi vermeden açıkladığı aday, yani Abdullah Gül acaba CHP'nin istemediği bir aday mı? Şüphesiz değil... Çünkü, Abdullah Gül bu ülkede Başbakan yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı ile Başbakanlık görevlerini başarı ile yapan bir kişi. Onun kadar ılımlı, uzlaşmacı ve her şeyden önemlisi bütün dünyanın yakından tanıdığı ve takdir ettiği bir politikacı... Doğrusu, Abdullah Gül, hakkında başlatılan aleyhte kampanyaları ve hele bir kısım medyanın resmen ve alenen yürüttüğü iftira kampanyalarını hiç mi hiç hak etmiyor. İktidar partisinin karşısında yer alan hemen bütün muhalefet partileri, maalesef demokratik olgunluk içinde olamadılar. Tek kelime ile bindikleri dalı kesiyorlar! Bu ülkede siyaset kaç defa inkıtaa (kesintiye) uğradı? Bunun kime ne faydası oldu? Peki; zararı dokunmayanı var mı? Tarih, nasıl da ibret alınmadan tekerrür ediyor. 1960 İhtilali öncesinde böyleydi. O günkü CHP de toplumu gerdikçe geriyordu. Ordu gençlik el ele diyerek asker kışkırtıldı. Halkbuki genel seçimlere çok az bir zaman kalmıştı. Sabredilseydi, on senedir iktidarda olan ve yıpranan iktidar partisi DP, büyük ihtimalle seçimleri kaybedecek ve yapılmak istenen demokratik yolla yapılmış olacaktı. İhtilal sonrası yüz karası haller yaşanmayacak, DP'lilere onca işkence ve zulüm yapılmayacak ve hepsinden önemlisi, ender yetiştirebildiğimiz devlet ve siyaset adamlarımız asılmayacaktı. Bu üç seçkin devlet ve siyaset adamımızın asılması, demokrasimizi kanlı hale getirmiştir! Bugün de organize kitlelerin yürütüldüğüne şahit olmaktayız. Demokratik haktır. Bunlara kimsenin bir şey diyeceği olamaz. Yeter ki, yapılan eylemler kanun dairesinde cereyan etsin ve herhangi bir taşkınlığa sebep olmasınlar. Yeniden güç almak için... Başyazarımız Sayın Yılmaz Öztuna'nın sürekli olarak yazılarında vurguladığı bir husus var. O da, Türkiye tarihinde hiçbir seçim döneminin beş seneyi doldurmadığı keyfiyetidir. Zaten, şu ana kadarki hükümetlerin ortalama ömürleri 16 ay olmuştur. Böyle bir durumda, dört seneyi doldurunca, milletten yeniden güç almak neredeyse mecburi hale gelmektedir. Hele şimdiki durumda; seçimlere topu topu altı ay kalmışken bu süreyi beklemeden derhal seçime gitmek; demokrasimizi rayında götürebilmenin yegane yoludur. Zira demokrasilerde yegane çare sandıktır. Anayasa Mahkemesi'nin kararı ne yönde olursa olsun, sandığı bir an önce milletin önüne koymalıdır.