Bu kafa ile demokrasi mi gelir?

A -
A +

Demokrasi adına yapılanları görünce, ümitsizliğe düşmemek elde değil. Türk siyaseti lider oligarşisi, diğer bir deyişle lider sultasından kurtulmadığı müddetçe, daha çok demokrasi diyerek kendimizi kandırırız. Adını sıkça kullandığımız demokrasinin henüz semtine bile uğramadığımız, gün gibi ortada. Rahmetli Özal, fikir ve ifade özgürlüğü diyerek TCK'daki 141, 142 ve 163. maddeleri bir çırpıda kaldırmıştı. Oysa, bu maddeler neredeyse sistemin olmazsa olmazlarıydı! Kimilerine göre bu maddeler olmadan, sistemi koruyabilmenin imkan ve ihtimali yoktu. Nitekim bunun böyle olmadığı görüldü. O gün bugündür bu maddeler yok ve sistem sapasağlam ayakta. Dayatma ve baskıyla sistemler korunabilseydi, dayatmanın ve baskının daniskasının yaşandığı totaliter rejimler yıkılmazdı. Ve bugün, en sağlıklı işleyen, en ileri demokrasilere bakınız; fikir ve ifade hürriyetinin önünde hiçbir engel göremezsiniz. Rahmetli Özal'dan önce, en tabii insan hakkı olan fikir ve ifade hürriyetinin adı neydi biliyor musunuz? Düşünce hürriyeti! Evet, bizim arslan demokrat yöneticilerimiz, böyle dillendiriyor ve milletin de bu şekilde anlamasını istiyorlardı! Dayatmanın şiddetine bakın ki, o vakitler kimseler çıkıp da; yahu, siz hangi düşünce hürriyetinden dem vuruyorsunuz? Düşüncenin hürriyeti veya hürriyetsizliği mi olurmuş? Hem, kimin ne düşündüğünü kim bilebilecek ki, buna herhangi bir kısıtlama veya yasaklama getirilsin?! İşte böyle; düşünce hürriyetinin tartışıldığı bir ortamda, insanların karınlarından konuşmalarından daha tabii ne olabilirdi?! Bu ve bunun gibi bütün hürriyetlerin önünü açacak merci TBMM'dir. TBMM'nin çok partili parlamenter sistemle kurulup işlediğini biliriz, ancak; uygulama bunun tam tersidir. 550 kişilik parlamentoda 5 siyasi parti liderinin dediği olur! Milletvekillerinin, parti liderlerinin hilafın söz söyleme ve oy verme yetkileri yoktur. Şeklen var görünse de, esas itibariyle ve fiiliyatta yoktur ve olamaz! Demek oluyor ki, biz; 446 kişiye fazladan maaş veriyoruz! Madem ki, bunca milletvekili, mensubu bulunduğu parti liderinin emrinde kurşun askerden farksızdır, o halde onların külfetli mevcudiyetlerine ne lüzum vardır? Eğer, gerçekten parlamenter sistemi kurup işletmek istiyorsak, işe; Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu'ndan başlayarak bu lider oligarşisine son vermemiz gerekir. Milletvekili, bu hakkı kendinde göremiyorsa; onlara bu hak tanınmıyorsa, sokaktaki vatandaş ne yapsın? Katılımcı demokrasinin lafını ediyoruz; milletvekillerinin katılamadığı bir sisteme, millet nasıl katılabilecektir? Önceki günkü DSP'nin kongresinde gördük; lidere rakip olmayı açıklamaya bile tahammülleri yok! Her şeye rağmen, adaylığını açıklayan ve Divan Başkanlığı'na bu amaçla müracaat eden bir milletvekili konuşturulmadı bile! Üstelik, bu kişinin yakınlarına ve yandaşlarına şiddet uygulandı. Çok daha iyi anlaşıldı ki, demokrasimizin önündeki en büyük engel, bizzat siyasi parti genel başkanlarımızdır. Ne Parlamento ve ne de herhangi bir kurum ve kuruluş değildir! Bu liderler eliyle de demokrasi gelmeyeceğine göre, yapılacak tek şey, onların sultasına son vermektir. Bunu yapacak da, kendilerini lider sultasından azade gören milletvekillerinden başkası değildir. Ne diyorsunuz; var mı böyle milletvekillerimiz?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.