Türkiye, tarihinin en önemli sürecinden geçiyor. Osmanlı'nın son günlerinden, İttihat ve Terakki'den tevarüs ettiğimiz devletin içindeki ur, özellikle 1950'den sonra NATO ülkelerinin komünizme karşı oluşturduğu derin yapılanmalar, giderek kendi öz devletlerini kemirmeye başladı. İtalya gibi ülkeler, zamanında bu kötü gidişin farkına vardı ve siyasette ve adalette emsalsiz örnekler vererek bu beladan kendilerini kurtardılar. Gerçek demokrasiye kavuşup yollarına devam ediyorlar. Belli ki, biz çok geç kaldık. Yeni yeni bu belanın farkına vardık. Şimdiye kadar gelip geçen bütün iktidarlar ve onların başbakanları bu çıbana dokunmaktan korktular. Hep etrafında dolaştılar. Çoğu kez görmezden ve bilmezden geldiler. Onlar görmezden ve bilmezden geldikçe ur, gittikçe irileşti ve özellikle mevcut hükümetler için ejderha kesildiler. Neden, mevcut hükümetleri düşman belliyorlar derseniz; bunlar kurulu düzenden hazzetmezler, kaotik ortam isterler zira, kurt dumanlı havayı sever. Bu karanlık yapının en büyük düşmanı istikrar ve adalettir. Kendi çarklarını çevirebilmek ve sultalarını sürdürebilmek için, devamlı surette anarşi çıkarırlar. Her türlü anarşinin beslendiği ana kaynak, bu kirli ve karanlık yapılanmanın ta kendisidir. Bu çirkef durum, elbette ki ilanihaye sürüp gidemezdi. Zira gittikçe devleti kemiriyor ve devlet kurumlarını birer ikişer çürütüp yok ediyordu. Neyse ki AK Parti iktidarı geldi ve onun -risk almaktan çekinmeyen- lideri Recep Tayyip Erdoğan, arı kovanına çomağı soktu! İlk defa bir Başbakan, bu pislikten kurtulmak için siyasi irade beyan etti ve o beyanının arkasında durdu. Bu durum, Türkiye'miz için bulunmaz bir nimet ve şanstır. Bu nimetin kıymeti bilinmeli ve Türkiye'miz bir an evvel bağırsaklarını temizlemelidir. Ya devlet başa, ya kuzgun leşe! demenin zamanı çoktan geçti. Ne yazık ki bu durumu bile siyasete malzeme yapmak isteyen nadanlar var. Bunların gaflet ve hatta hıyanet içinde olduklarını tarih gösterecektir!