Sevgili Peygamber Efendimiz mübarek sözlerinde buyuruyorlar ki: 'Amirleriniz (yöneticileriniz) adil, müşfik, insan sevgisi ile dolu olup, içinizdeki iyilerinizden seçilmiş ise; zenginleriniz cömert, merhametli, hamiyet sahibi ve merhametli ise; işlerinizi de meşveret yaparak (bilenlere, işin ehline danışarak) yapıyorsanız, bu taktirde yerin üstü, altından hayırlıdır. Yani, yaşamak ölmenizden iyidir. Eğer, bunların tam tersi oluyorsa; yani, amirleriniz en kötülerinizden, zenginleriniz cimri ve merhametsiz olup, işleriniz konusunda da kadınlarınızın emrine girmişseniz; o taktirde yerin altı, üstünden, sizin için daha hayırlıdır.' Yaşamak mı, ölmek mi daha hayırlıdır; siz karar verin sevgili okuyucularım! Dünya hayatı, gelip geçici bir imtihan yeri olduğuna göre; imtihanda başarı ümidi varsa, yaşamakla sevap kazanılıyorsa, hayat iyidir. Her geçen gün günahlarımız artıyorsa; hesabı verilemeyecek çetin bir yükün altına giriyorsak, yaşamak neye yarar? Bu taktirde, dünyanın gelip geçici lezzetlerine son veren ölüm daha iyidir. Hazret-i Osman, insanlara hayatın gerçeğini şu manidar cümlelerle izah etti: 'Cenab-ı Hakk, size dünyayı (hayatı ve çeşitli dünya nimetlerini) ahireti kazanasınız diye verdi. Ahireti unutup, dünyanın zevk ve safasına dalasınız diye değil! Hayattan maksat, ahireti kazanmaktır. Dolayısıyla dünya, para gibidir. Onu verip, bir şeyler alınır. Onun (paranın) kendisi yenmez! Parayı her şey görenler; onu yemeğe kalkışanlar, hele de metal para olursa, ahmaklıkları bir yana; dişlerinden de olurlar! Akıllı insan, her şeye değeri kadar kıymet verir. Mahdut olan, kısacık dünya hayatının kıymeti, sonsuz olan ahiret hayatının yanında nedir ki? Üstelik, o sonsuzlukta; yaşanılan kısacık dünya hayatının hesabı verilecek ve karşılığı olarak da, mükafat veya mücazat (ceza) görülecek! Hazret-i Ömer Efendimizin torunu Salim (Hz. Abdullah'ın oğlu), kutlu nesillerden Tabiinden olup, Medine-i münevveredeki en büyük yedi âlimden bir tanesi idi. Şam'da, camide Halife ile karşılaşır. Hz Ömer'in oğlu ve pek yüksek âlim olması hasebiyle, Halife kendisine çok iltifat eder ve bir isteği olup olmadığını sorar. Salim der ki: 'Camiler Allah'ın evidir. Biz, şu an camide yani Allah'ın evinde bulunuyoruz. Evin sahibi dururken, başkasından istemek insanlığa sığar mı?' Halife, çaresiz susar. Camiden çıktıklarında, kendisini takip edip aynı dileği tekrarlar. Halifenin peşini bırakmayacağını anlayan Salim: 'Bana vermek istediğiniz şey dünyevi mi, uhrevi mi?' der. Halife; 'Elbette dünyevi, ahirete ait şeyi ben nasıl verebilirim; onu ben de sizin gibi Allah'tan istiyor ve bekliyorum' der. Bunun üzerine Salim: 'Vallahi! Dünyalık olarak bilinen şeylerden hiçbirisini, her şeyin ve bizim mutlak sahibimiz olan Allah'tan bile istemedim! Sonsuz olan ahiret dururken, üç günlük dünya için istemek, insanlık olur mu?!' diyerek halifeyi susturur ve isteğinden vaz geçirtir. Gaflet akılları örtmese, ahiret derdi ile dertlenen insanın gözü, dünyayı göremez. Dünyanın zerre kadar kıymeti olsaydı, Allah onu en azılı düşmanlarına ve kendisini inkar edenlere, küfran-ı nimet içinde taşkınlık yapanlara, asilere, zalimlere, münafıklara verir miydi? Ahirete yaramayan dünya, sonsuzluğa götürülen yük ve sonsuz yüzkaralığından başka nedir ki?