Cenab-ı Hakk; '...dünya hayatı sizi gururlandırmasın!' buyuruyor. Dikkat ediniz, bunu kim buyuruyor; dünyayı ve insanı yoktan var eden! Ahmed bin Hanbel'e soruluyor: 200.000 dirheme malik olan zahit olabilir mi? Buyuruyor ki: Elbette; yeter ki o para, kişinin kalbine girmesin! Para, mal, mevki şöhret ve sahip olunan bütün dünyalıklar su gibi olup, geminin altında ise, onu yüzdürmeye yarar. İçine girmişse batırır! Ahir zamanın zulmeti her şeyi ve her yanı kaplamış olduğundan, hiçbir şeyin bereketi kalmadığı gibi, dünyanın ve dünyaya ait bütün nimetlerin de tadı ve tuzu bir daha geri dönmemek üzere gitti. İmam-ı Gazali, kendi devrindeki insanların halinden şikayet ediyor ve ölümden dahi ibret alınmadığından yakınıyor. Ya, şimdiki cenazeler? Ölümü hatırlamak ve ölenden ibret almak şöyle dursun, her türlü dünyevi maslahatın konuşulduğu, göstermelik bir seremoniden başka ne ki? Asr-ı Saadetteki kutlu nesilden A'meş (r.a.); 'Biz, cenazelerde taziyede bulunmak için, cenaze sahibini bulmakta güçlük çekerdik. Zira, hüzün herkesi öylesine kaplamıştı ki, her bir şahsı cenaze sahibi zannederdik' buyurur. Ahir zamanın insanları da farklı, şeytanları da! Şeytanlar, eski zamanlara kıyasla daha bilenmiş ve insanı tanımak ve alaşağı etmek konusunda ziyadesiyle tecrübe sahibi olmuşlar. Öyle ki, eskiden insanlar şeytanın emrine girer ve onun askeri olurlardı; kötülükleri de kendilerine ve etraflarına belirli ölçüde olabilirdi. Bu zamanda ise, şeytanın emrine girip, önce onun askeri olan insan, şerde o kadar ileri gitti ki, şeytanı kendi emrine sokarak onun amiri oldu! Bu insandan ve yaptıklarından şeytan dahi kaçar oldu! Veli bir zat, şeytanı boş otururken görür ve bunun sebebini sorar. Şeytan der ki; bu zamanın din adamları bizim görevimizi öyle güzel yapıyorlar ki, bize de oturup seyretmek kalıyor! Şeytan, insandan intikam peşindedir. Zira, insana secde etmediği için, lanetlenip cennetten kovuldu. Şeytan, elindeki şehvet ve gadap silahları ile insanı yenmesini bildi. Özellikle Müslümanlar konusunda hüsrana uğradı. Ne yapıp edip, sonunda tövbe eden Müslümanlar, şeytanların onca gayretlerini boşa çıkarıyorlardı. Sonunda şeytan bunun da çaresini buldu ve Müslümanların da sırtını yere serdi! Onlara, tövbe gereği duyulmayan; inançta ve amelde bid'at felaketini musallat etti! Yahya bin Muaz-ı Razi'nin duasına iltica etmekten gayrı çare yoktur: Ya Rabbi! Şeytan, hem bizim ve hem de senin düşmanındır. Bizi affetmen kadar onu üzen hiçbir şey yoktur! Yeter ki; inançta ve amelde, tertemiz ehl-i sünnet yolunda bulunabilelim ve bid'at felaketine bulaşıp şeytanın maskarası olmayalım! İnsan, hasta olunca dünyanın en tatlı yiyeceklerinden ve çeşit çeşit nimetlerinden zevk alamaz. Kuş eti bile olsa, yağlı ve her çeşit tatlı yiyecekler, onun hastalığını artırmaktan başka işe yaramaz. Manevi hastalık da ibadetlerin tadını, lezzetini tattırmaz. Onun içindir ki, önce; bu maddi ve manevi hastalıklardan kurtulmak lazımdır.