İnsanoğlu evvel emirde bizzat kendi nefsinin zalimidir. Böyle olunca da; kendisine verdiği zararı kimse ona veremez. Netice itibariyle insanoğlu sonunu kendi elleriyle hazırlar! Yaratılışı itibariyle, hem iyiliğe (terakki edip yükselmeye) ve hem de kötülüğe (aşağıların en aşağısına tereddi etmeye) elverişlidir. Dünya hayatı onun için yol ayırımıdır. Hakkı da batılı da kendisine yol olarak seçebilir. Yolunu belirlemede muhayyer (serbest) bırakılmıştır! Kendisine verilen dünya hayatı ve dünya nimetleri, onu azdırmış ve en kötü nankörlük olarak; kendisine bahşedilen (hiçbir dahli olmadığı halde) hayatı ve gelip geçici dünya nimetlerini gerçek sahibinden bilmeyerek Allah'ı unutmasıdır. O'nu inkar edip, her şeyi; kendinden veya kendiliğinden bilmesidir. Halbuki, insan birazcık düşünecek olursa; Allah, bir buğday tanesini bile zayi etmiyor. Toprağa düşen bir taneden başak ve nice buğdaylar meydana gelirken, bizzat toprak olan ve üstelik Rabbani kattan Ruhla bezeli insanoğlu, ölüp toprak altına girince nasıl zayi olabilir? Bir taraftan anneler çocuk doğura dursun, diğer yandan kabirler insan yutsun! Bu ikisinin arasındakiler boş ve manasız olabilir mi? Sahibi olduğunu zannettiğimiz hayatımız bile kendimizden değil! Nerede kaldı ki, emanetçisi olduğumuz dünyanın gelip geçici nimetleri!.. Önce bize ait olmayan, sonra da bizim olmayacak malda sahiplik olmaz. Olsa olsa emanetçilik olur. Aklı olan kişi, elindeki emanet malla (mülk, para, şöhret, ilim, çocuk vb.) nasıl gururlanabilir? Nasıl olur da emanetin asıl sahibini düşünemez? Cenab-ı Hakk, yeminle buyuruyor ki: '... insan, Rabbine karşı pek nankördür. Şüphesiz buna kendisi de şahittir ve o, mal sevgisine de aşırı derecede düşkündür.' (el- Adiyat suresi, ayet; 6, 7, 8) Halbuki, insan; bu doymaz derecedeki düşkünlüğünün yegane sebebinin, bizzat kendisinin muhtaçlığından kaynaklandığını bir bilebilse! Düşkünlüğün kendisi ve düşkün olunan herşey, insanın muhtaç olmasından kaynaklanıyor. Ganiy-yi Mutlak olan yalnızca Allahü teladır. İbrahim bin Edhem hazretlerine birisi gelir ve cübbesini hediye etmek ister. Çok ısrar edince, İbrahim bin Edhem dayanamayıp; 'bir şartla, eğer zenginsen kabul edebilirim!' der. Adam zengin olduğunu söyleyince; İbrahim bin Edhem kendisine kaç parası olduğunu sorar. O da, şu kadar param var der. Bir o kadar daha olmasını ister misin diye sorulduğunda da; tabii, der; kim istemez! Bunun üzerine o büyük veli: 'bak, ihtiyaç sahibi olduğunu kendin söylüyorsun. Belli ki, daha doymamışsın! Dolayısıyla sen fakirsin, senin malını alamam buyurur. Ebu İshak, vefat edeceği zaman, evlatlarına iki vasiyette bulunur: Lokmanıza dikkat edin, mutlaka helalden olsun ve fakirlere yardım edin! Evlatları, fakirlerin kimler olduğunu sorduklarında; bütün insanlar fakirdir, zira muhtaç olan fakirdir der! Hakim zata soruluyor: Neden bütün akıllılar zengin olamıyor; zenginlerin pek çoğu ahmaklar zira?! Öyle ya, ahmakların hepsinin fakir olması gerekmez mi? Hakim zat buyuruyor ki: Allah, insanoğlunun nazarını kendisine çevirmesini murat ediyor! Aksi halde, insan; zenginliği ve fakirliği kendinden bilip, Allah'ı unutacaktı! Allah'ın yerine aklını koyacaktı! Yegane hikmet sahibi olan Allah, zenginliği dilediğine veriyor ki, insan; muhtaç olduğunu bilsin ve Rabbini unutmasın!