İlahi takdirde insanın çekeceği çilesi vardı ki, dünya denilen bu aşağılık âleme indirildi. Hem de her türlü nimetin içinde yüzdüğü sonsuz cennet âleminden! Orada, her türlü nimetin içinde yüzdüğü sonsuz cennet âleminde de rahat durmamış; diğer bir ifade ile, kendisine verilen nimetlerin kıymetini bilememiş ve azmış! Kendini ve Rabbini; Rabbinin emrini unutarak çiğnemiş! Kendine gelmesi, kendini ve Rabbini tanıması için, dünya denilen, sıkıntı ve meşakkat yurduna indirilmiş. Dünyada çile ile yoğrulacak; tabir caizse, imbikten süzülürcesine saflaşıp, cennetin kıymetini bilecek ve sonsuz rahmete layık olabilecek! Yunus'umuz bu hali; 'zehirle pişmiş aştan yemek' olarak tarif ediyor. Dolayısıyla, çetin bir imtihan yeri dünya.. Öyle ki, yaratılışı itibariyle dünya, ahiretin zıttı! Dünyanın kendisi, ahirete göre sahte; içindekiler de öyle.. İnsan için dünya hayatı da.. Bütün bu sahtelikler içinde, hakiki cevheri bulmaya memur insanoğlu! Bu, hem çok kolay ve hem de çok zor! Allahü teala, insana, bu kolaylığı sağlayabilmesi için Peygamberler ve onlarla birlikte, nasihat yüklü emir ve yasaklar gönderdi. Ayrıca, insanı akıl denilen çok üstün bir meleke ile donattı. Aklını, geldiği yere, sonsuzluk âlemi olan cennete yoran ve kullanan kurtuldu; aklıyla sahte dünyanın sahteliklerine dalan, ebedi ziyan etti! İnsan, neden yaratıldığına bir baksa; niçin ve nasıl yaratıldığını bir düşünse, kendini bilecektir! Bu biliş, elbette ki kendi hiçliğidir. 'Ben' demesi ve baş kaldırması ise, onun sonsuz felaketi.. Sperma halinden, ana rahmine, oradan bedeni teşekkülle dünyaya gelen ve gelişiyle; gelişip büyümesi ve yaşaması ile ihtiyarlayıp ölmesine kadar, her kademede, her an muhtaçlar muhtacı olan zavallı insan. İnsanoğlu, imar ettiği bu beldelere ve imal ettiği bu aletlere mi güvenip bel bağlıyor? Allah, yağmuru yağdırmasa helak olacak; çok yağdırınca da boğulup gidecek! Havadan oksijeni çekse, kahrolup bitecek; yerçekimi kuvvetini alsa, havada uçuşacak! Bu ve bunlar gibi sonsuz nimetlerde hiçbir katkısı olmayan insan, sahi; neyine güveniyor? Nasıl oluyor da, Rabbine baş kaldırıp, 'ben' diyebiliyor?! Tamamen kendi dışında ve kendi elinde olmayarak ve fakat; tamamen kendisi için meydana getirilen bu âlemde; bu muazzam nizam karşısında, Allah'ı bulamamak ve O'nu tanıyamamak, insaniyet olmasa gerektir. Demek ki, O'nu tanımanın yolu tevazudan geçiyor. Nitekim; sevgili Peygamberimiz: 'Allah için tevazu edeni, Allah yüceltir' buyuruyor. Mektubat-ı Rabbani'de, enfes bir özdeyiş var; bütün bunların özeti: 'Kamış, boşum dedi, şekerlendi. Ağaç, (benim deyip) yükseldi, baltayı yedi!' Cennetin sonsuz nimetlerinden şekerlenmek isteyen, boşum (hiçim) desin! Cehennemi boylamak isteyen de, ağaç gibi böbürlenip yükselsin (!); baltayı yiyip, azabı tatsın!