İnsan, yaratılışı itibariyle bu dünyaya ait değildir. Ölüm denilen hakikat, dünyanın gelip geçici zevklerine son veriyor; adeta, insanı görmüş olduğu rüyasından uyandırıyor. Gölgeden, hayalden, kayıttan kurtarıp, ebedi gerçekle yüz yüze getiriyor. İslam âlimleri ölümü; dünya hayatındaki acı, elem ve ıstırapların en büyüğü, ahiret hayatındaki azapların ise, en hafifi olarak tavsif ve tarif etmişlerdir. Dünya, sıkıntı ve meşakkat yeridir; hele mü'min için.. Öyle ki; ahiret zevk ve nimetlerinin yanında, dünyanın zevk ve nimetleri elem ve ıstırabı andırır. Benzetmek uygun ise, tabii çiçek ile sun'i çiçek arasındaki fark gibidir. İnsana; indirildiği dünya için; (sen buraya ait değilsin, burası senin için, kısa bir müddet kalacağın duraktan ibarettir. Gerçekte sen, ötelere; ölümden sonraki gerçek ve ebedi hayata, ahiret hayatına aitsin. Yalnız; varacağın ebediyet yurdunun azığını, bu duraktaki bekleme süresinde elde edeceksin. Gafil olma! Ebedi hayatını şekillendirecek, bu dünyadaki inancın ve amelindir. Sonsuz olan ahiret yurdunda cennet ve cehennemden başka bir yer yoktur. Kişi, cennet veya cehennemini, dünyadan, kendi elleriyle götürür) denildi. İnsana bu ikazı yapan; insan içinden seçilmiş, hayatlarında hiçbir zaman yalan konuşmamış, her bakımdan üstün, ahlak ve edep timsali müstesna insanlar. Yani Peygamberler. Peygamberleri, bu ulvi gaye için görevlendiren de; insanı yoktan var eden, dünya hayatıyla imtihana tabi tutan ve insanı başı boş bırakmayan merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz. Yani Allahü teala.. Eğer, Cenab-ı Hakk; Peygamberleri vasıtasıyla bu ikazı yapmamış olsa idi, insanın hali ne olurdu? Az bir kısım insan, aklıyla Allah'ın varlığını bilmiş olsalardı bile; kendine, muhitine, ötelere ait bilgileri ve her şeyden önemlisi Rabbine karşı kulluk vazifesini ve bunun nasıl ifa edilebileceğini nereden bilebilirdi? Demek ki, insan, insanlığını bilebilmesi için Peygamberlere muhtaçtır. Peygambersiz insan, zifiri karanlıkta yanmakta olan ateşe doğru uçuşan böcekler misali, şaşkın ve ne yaptığını bilmez haldedir. Sonsuz cennet nimetlerini ve hepsinden önemlisi Yaradan'ın rızalığını müjdeleyen ve sonsuz cehennemin azaplarından korkutan Peygamberler, insanla Rabbi arasındaki köprü gibidir. Peygambersiz insan, değil Rabbini tanımak ve O'nun hoşnutluğunu kazanabilmek; burnunun ucunu bile göremez. Hançeresini Peygamberi nefesle beslemeyen, kalbini Peygamber sevgisiyle doldurmayan, aklını Peygambere teslim etmeyen insanın, her bakımdan vahşet hali ortada. Bütün bir insanlık tarihi bu vahşet tabloları ile dolu. İnsanın en faziletli sıfatı sevgidir. Peygambersiz sevgiyi bir düşünün; ne kadar bencil, hoyrat, kan dökücü ve ürkütücüdür. Yalnızca Peygamberlerin, örnek olup, telkin ettikleri hakiki sevgidir ki, asla bencil değildir; çünkü, kendisi için değil, karşı taraf içindir. Bu sevgiden hayat fışkırır. Bu sevgide (ben) yoktur; (ben)den geçmek vardır. O halde, bize düşen; Cenab-ı Hakk'ın Sevgilim diye hitap ettiği sevgililer sultanı Muhammed aleyhisselamın aşkıyla yanmak, O'na ve O'nun Allah katından getirdiklerine şeksiz ve şüphesiz inanmak ve O'na göre, hayatımızı ta'yin, tespit ve tanzim etmektir. O'nun yüzünden var olan insan; O'nsuz yaşayabilir mi? Yaşıyor derseniz; bu ne menem yaşamaktır?