İnsanın yaratılış gayesi, Rabbini tanıyıp, O'na ibadet (kulluk) etmesidir. Muhammedi hançereden nefeslenip beslenen; Tevhid'e ve onu tebliğe memur Gaye İnsan'a tam bir teslimiyetle 'sıddık' makamına erişen Hazret-i Ebubekir buyuruyor ki: 'İdrakin aczini idrak, idrakin ta kendisidir.' Bu anlatımda, yani idraksizlikte insanın acziyeti vardır. Aczini bilip kendini tanıyan, Rabbini bilip tanıyabilir ancak. O halde, kulun Rabbine en yakın olma hali, namazın secdesindeki tezelzüldür (Rabbin karşısında eriyip, bitme ve tükenme). Öyle ki; secdede kulun, 'Ya Rabbi! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ediyorum. Senin büyüklüğün karşısında eriyorum, yok oluyorum. Ben, bu acziyet içinde sana ibadet edebilmekten ve gereği gibi yüceltmekten çok uzağım' diye yakarışı ve bunu iki kere tekrarlayıp, neticesinde Allahü tealaya iltica edercesine; Allahü ekber diyerek doğrulması, onun yegane makamı olup (kulluk), övgüye layıktır. Çünkü; hem kendi hiçliğini haykırıyor ve hem ne bu hiçlik içerisinde uluhiyyetin karşısında eriyerek Allahü telayı tesbih ediyor, tazarru ve yakarışta bulunuyor. Şair de, 'Bildim seni ey Rabb! Bilinmez meşhur!' derken; insanın beynini kamaştıran bilgi yumağı içinde, bilgisizliğin doruk noktasını acı acı terennüm ediyor. İnsan, küçük kainat diye tanımlanan, daha kendisinin meçhulü; muamma deyip geçiyoruz! İnsan, görünen ve görülmez kuvvetlerle mücehhez. Sadece görünene (beden) inanıp itibar edenler bile, bu görünenin sukutu (ölümü) karşısında çaresizdirler! O halde, herkes; inansın inanmasın, bütün bir insanlık ölüm karşısında çaresizdir. Hazret-i Ali buyuruyor ki: 'Ben, inancımdan dolayı hiçbir şey kaybetmiş değilim. Bilakis, insan haysiyetine yaraşan şerefli ve mutlu bir hayat sürüyorum. İnançsız da ölecek... Oysa o, ölüm ötesi gerçek ve sonsuz hayatı inkâr ediyor. Muhal farz; ölüm ötesi hayat yoksa, ben bu inancım ve yaşantımdan dolayı bir şey kaybetmiş sayılmam. Ama; ya varsa -ki, buna bütün benliğimle iman ediyorum- o vakit, o inançsızın hali nice olur?!' Onun içindir ki, evliyanın büyüklerinden Abdullah-i Ensari buyuruyor ki: 'Bana, bu tertemiz itikadımı (inancımı) verseler, bunun yanında dünyanın bütün haraplıkları içinde yüzsem, hiç üzülmem. Kendimi dünyanın en bahtiyar insanı sayarım. Amma, inancımı alıp da, dünyanın bütün nimetlerini ve güzelliklerini verseler, asla istemem. Bu şekilde kendimi harap bilirim. Çünki, bilirim ki, dünyanın bütün nimetleri ve sıkıntıları, dünya hayatı ile sınırlıdır!' Koşup zıplayan, bağırıp çağıran, yiyip doyan, seven sevilen, doğup büyüyen, ihtiyarlayıp ölen... insan neyine güveniyor? Almanya'nın Dortmund şehrinde bir arkadaşım var. Hüseyin Dörtkaşlı. Gaziantep'in bu yiğit evladı, üst üste mühim ameliyatlar geçirdi. Ameliyat esnasında bir siniri zedelenmiş ve 6 ay yutkunamadı. Ağzına aldığı ve çiğneyebildiği lokmayı yutamıyor insan! Bunun zorluğunu ve verdiği ıstırabı ancak çeken bilir! Şimdi, çok şükür iyileşti ve diyor ki: 'Abi! Ne çektiğimi ben bilirim! Biz, ne nimetler içindeyiz de haberimiz yok! Nimet elde iken, ne kıymet biliyoruz, ne de şükrünü eda edebiliyoruz! İnan ki, insan sadece bu yutkunma nimetinin bile şükrünü edadan acizdir!' Acziyetini müdrik olanlara ne mutlu!