Demokrasi tarihimiz (2)

A -
A +

Merhum Özal, demokratikleşme için gerekli adımları 1983-1987 arasındaki birinci iktidar döneminde atabildi. Bundan sonra yani 1987'de de tek başına itkidara gelmesine rağmen, aynı hızla yoluna devam edemedi. Zira, malum CHP muhalefetine; onu hiç aratmayacak Süleyman Demirel muhalefeti eklenmişti. Demokrasilerde elbette muhalefet olacak; hatta muhalefet en az iktidar kadar gereklidir. Ama bizdeki muhalefet anlayışı değil... Zira, bizde uygulanan muhalefet anlayışı; "benden sonrası tufan" tutarsızlığıdır. Bu hercümerç içinde Özal, Çankaya'ya çıkmakla da canını kurtaramadı! 1991 seçimleri sonucunda Türk demokrasisi, seneler sonra; zoraki olmayan bir ilki yakaladı. (1963'teki CHP-AP koalisyonu zoraki idi) Yarım asra yakın birbirlerine karşı kanlı-bıçaklı olan CHP (SHP) ile DYP, yan yana gelerek bir koalisyon kurdular. Bu işin mimarları Süleyman Demirel ile Erdal İnönü oldu. Böylece Türkiye çok büyük bir fırsat yakaladı ama, ne hazin tecellidir ki bundan da istenilen netice bir türlü elde edilemedi. İstenseydi; Özal'ın yarım bırakmak zorunda kaldığı demokratikleşme kolayca gerçekleştirilebilirdi. Özal'ın ani vefatıyla Süleyman Demirel Çankaya'ya çıktı. Onun Çankaya'ya çıkışı ile bir şans daha; Çiller'in DYP'nin başına geçmesiyle yakalanmıştı. Ne yazık ki; o aşı da tutmadı. Kriz üstüne kriz!.. Necmettin Erbakan'la kurulan REFAH-YOL koalisyonu yeni bir darbenin habercisi oldu. Nitekim 28 Şubat 1997 Postmodern darbesiyle iktidar, kendi içinden çökertildi. 1997-2002 seneleri arasında kurulan Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit hükümetleri ise, ülkeyi akıllara ziyan yönetimlerle kriz üstüne krize sokarak; beceriksizliğin şaheser numunesini gösterdiler. Artık demokrasimiz her on yılda bir yapılan darbelerle anılır oldu! Bugün bile işin içinden kimseler çıkabilmiş değildir; demokrasimizdeki bu darbe girişimleri; "tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar?" sualiyle hâlâ yalpa yapıp durmaktadır! Darbeli demokrasi siyaseti biçiyor. Toplumun geniş kesimlerini siyasete karşı soğuk ve ilgisiz kılıyor. Mevcut siyasileri de ya yasaklıyor veya küstürüyor. Dolayısıyla demokrasi kültürü bir türlü oluşmuyor, oluşamıyor! 2002 seçimleri, tarihimizdeki 1946 ve 1950 seçimlerine benziyor! 1946'da CHP'nin, "açık oy, gizli tasnif" yöntemi ve envai çeşit hile ve desiseyle; halkın ayyuka çıkan sesi sandığa yansıyamamıştı. 1950 seçimlerinde ise, mızrak çuvala sığmadı ve 450 kişilik Meclisteki sandalyelerin 411'ini DP alarak iktidara geldi. Kimdi bu gelenler? Hiç önemli değil; halk öylesine canından bezdirilmişti ki, Menderes yerine Lenin olsaydı aynı teveccühle iktidara gelirdi! Milletin tek isteği vardı; o da CHP'yi iktidardan uzaklaştırmaktı. Yerine gelen kim olursa olsundu, zira, millete göre daha kötüsü olamazdı! Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit'in koalisyonlu iktidarlarından sonra da millet aynı şeyi düşündü! Yeter ki, bunlar gitsinlerdi! Çünkü yaşatılan sıkıntılar bu kez de milleti canından bezdirmişti. Calib-i dikkat bir hal! Nitekim, millet, bir yıllık bir partiye 367 sandalye vererek tek başına iktidara taşıdı. İktidar partilerini ise, baraj altında bıraktı. Bu durum, demokrasi tarihimizde çok yönlü incelenip, araştırılması ve istikbalin siyasetçilerine ders olarak okutulması lazım gelen calib-i dikkat bir haldir. AK Parti iktidarı 2.5 senedir iş başındadır. Ancak devraldığı ekonomi sun'i teneffüsle yaşatılmaya çalışılan; borç batağına batmış, müflis bir manzara arzetmektedir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, AB süreci işletilmiş ve bu doğrultuda demokratikleşme konusunda dev adımlar atılabilmiştir. Her şey istikrarın korunup sürdürülebilmesine bağlıdır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.