1946 senesinden, yani birden fazla (çok partili) hayata geçtiğimiz günden beri, demokrasiyi içlerine sindiremeyenler var. Bu işin başını da, seneler senesi tek parti sultası ile milleti idare eden CHP zihniyeti çekmektedir. Halbuki aynı zihniyet, kendilerini demokrasiyi Türk milletine bahşetmiş insanlar olarak takdim ederler. Bunun şerefi siyasi kadro olarak bizdedir derler. Gerçekler ise, hiç de öyle değildir. O vakitler, yani 2. Cihan Savaşı sonrasında dünya yeniden şekillenirken Türkiyemiz demokrat ülkeler safına düştü. Hemen burnumuzun dibindeki Bulgaristan ise Demirperde mensubu oldu! Dolayısıyla Türkiyemize demokrasi, içerideki saikler neticesinde değil, dışarısının telkin ve baskıları sonucunda gelmiştir. O günkü CHP yöneticileri bu oluşuma (birden fazla parti ile seçimleri yapmak) zoraki evet demişlerdir. Nitekim demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçecek; "açık oy, gizli tasnif!" 1946 seçimlerine damgasını vurmuştu. Milletin oyu ile iktidara gelemeyeceklerini bilen CHP zihniyeti, bu şekilde resmen ve alenen hile yoluna gitti. Açık oy, gizli tasnif! "Açık oy, gizli tasnif!"le yapılan 1946 seçimlerinin sandıkları kaçırıldı; denizlere atıldı, yakıldı ve imha edildi! Hür dünya, böylesine kepazeliklerle seçim olmaz diyerek dayatınca, CHP'li yöneticilerimiz "açık oy, gizli tasnif" işinden vaz geçmek zorunda kaldılar. Dışarıdan müşahitler de gönderilince; ilk defa 1950 yılında demokratik bir seçim yapabildik. 1950 seçimlerinde DP 411, CHP ise ancak 39 milletvekilini Meclis'e sokabilmişti. Bu durum, siyasette barajların patladığına işaretti. İşte o gün bugün CHP zihniyeti, millet eliyle yani sandıkla, seçimle iktidara gelemeyeceğini çok iyi anlamış ve işe demokrasi dışı yollarla koyularak iktidar hesapları yapmaya başlamıştır. İlk emeline 1960 ihtilalini yaptırarak ulaşmıştır. İhtilalle idareye el koyan askerler, CHP lideri İsmet İnönü'yü Başbakanlık makamına çıkarmışlardır. Artık bir daha demokrasiye geçiş ancak 1965 seçimleri ile olabilmiştir ki, CHP'nin karşısındaki Adalet Partisi oyların yüzde 52'sini alarak tek başına iktidar olmuş ancak; 1961'de millete dikte ettirilen Anayasa ile iktidarın muktedir olabilmesinin önü büsbütün kesilmişti. Demirel yüzde 52 ile Tıpkı 1982 Anayasası gibi; güç ve kudret milletten, milletin seçtiği Meclis ve Hükümet'ten alınarak başka Anayasal kurum ve kuruluşlara veriliyordu!. Nitekim Süleyman Demirel 1965'de yüzde 52 ile tek başına iktidar oldu ama, bir Ankara Emniyet Müdürü'nü atayamıyordu! Bütün bunları yazmamızın sebebi sevgili okuyucularım, tarihimize bakıp ibret almamız içindir. 2007 senesinde yine bir genel seçimler arifesinde bulunmaktayız. AK Parti 355 milletvekili çoğunluğu ile tek başına iktidarda bulunmasına rağmen, eli kolu bağlı duruyor! Millete dönük icraatlarını kuvveden fiile çıkaramıyor. Bir sürü Anayasal güç (kurum ve kuruluş) hükümet icraatlarının önüne set çekiyor! Yapılabilecek tek şey kalıyor, yeni seçimlerle birlikte bu gücü, Anayasayı değiştirebilecek çoğunluğa çıkarmaktır. O da 367'nin üzerinde bir milletvekili demektir. Ancak bu sayede milletin, demokrasinin önü açılabilir; milletin beklentilerine cevap verilebilir! 2002 seçimlerinde bu çoğunluğa kavuşmaya ramak kalmıştı; demek ki, kısmet 2007 seçimlerine imiş! Şu veya bu şekildeki milletin tercihine herkes saygı duymalıdır. Demokrasinin asgari şartı da budur. Ama ne yazık ki, ilk mektep çocuklarının bildiği bu şartı, aradan 60 sene geçmesine rağmen CHP'nin koca adamlarına bir türlü kabul ettiremedik!