Biz Türklerin geleneğinde devlet kurumunun tartışmasız mehabetli (görkemli) bir yeri vardır. Bilinen beş bin yıllık tarihimizde kurduğumuz ve geliştirdiğimiz devletlerin çokluğu, dünya üzerinde çok az millete nasip olmuştur. Biz Türkler kadar aile ve devlet kurumları üzerinde titreyen ve onları göz bebeği gibi koruyan başka bir millet gösterilemez. Kişiler ve kurumlar; adları sanları ne olursa olsun gelip geçici olup; devlet ise ebed müddettir. İmparatorluk devrimizde 'Fatih Kanunnameleri'nde yer alan; devletin dirliği düzeni ve bekası için kardeş katline bile cevaz verilmesi hükmü; bu mühim konuya ne denli ehemmiyet verdiğimizin açık bir göstergesidir. Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Sayın İlker Başbuğ "Türkiye, NATO ve AB perspektifinden kriz bölgelerinin incelenmesi ve Türkiye'nin güvenliğine etkileri" konulu sempozyumda yaptığı açış konuşmasında, pek yerinde bir tespitle şöyle dedi: "Bildiğiniz gibi, bugünlerde vizyonda olan 'Truva' filminin konusunun geçtiği topraklar Türkiye'nin sınırları içerisindedir. 'Truva' hırsın ve ihtirasın nelere yol açtığını gösteren bir hikâyedir. Ülkemizin toprakları tarih boyu hırsına ve ihtirasına gem vuramayan kişi ve ulusların yenilgilerine ev sahipliği yapmıştır. Türkiye bu nedenle, uluslararası politikalarını hırs ve ihtiras yerine dostluk, kardeşlik ve dayanışma sacayağına oturtmaya özel ve büyük önem vermektedir..." Paylaşılamayan topraklar... Üzerinde yaşadığımız coğrafya, dün olduğu gibi bugün de bütün büyük güçlerin iştihasını kabartan; kelimenin tam anlamıyla "paylaşılamayan topraklar"dır! Bu netameli coğrafyada gücünüz nispetinde yaşama şansınız vardır. Diğer bir ifade ile burada; dosta güven, düşmana korku salan bir güçle varlığınızı sürdürebilirsiniz. Nitekim; aynı coğrafyanın çok daha büyüğünü elimizde bulundurduğumuz imparatorluk dönemimizde zayıflayıp, kuvvet ve kudretten düştüğümüzde başımıza nelerin geldiği cümle alemin malumudur! Cihan Devletimizi parçalayıp işgal eden güçler, biz Türklere Haymana Ovası'nı reva görmüşlerdi! Su uyur düşman uyumaz!.. Bilindiği gibi biz, Kurtuluş Savaşı'mızı yedi düvele karşı verdik. İşgalci güçleri Anadolu'dan söküp atarken; bin yıllık Türk yurdunun Türk'ten başkasına yâr ve yer olamayacağını gösterdik. Destanlık çaptaki bu mücadelemiz, bizlerin olduğu kadar dost-düşman herkesin hafızasındadır. Eğitimdeki zaafiyetimizden olsa gerektir ki, yeni nesiller ülkemizin güvenliği konusunda pek duyarlı değiller. Dünyayı, dünyanın gerçeklerini bugünden ibaret görenler; bugünü de tozpembe olarak algılamaktadırlar. Halbuki, su uyur düşman uyumaz! Başımıza ne geldiyse; kendimize bakıp, başkalarını da o şekilde değerlendirmemizden gelmiştir. Bu duruma iyi neyetli olmaktan ziyade aymazlık ve gaflet denir. Nerede 'mütekabiliyet' esası?.. Güney-Doğu, Doğu, Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerimizde yabancıların harıl harıl mülk edinmekte olduğunu görüyoruz. Başta İsrailliler ve Yunanlılar olmak üzere pekçok Batılı ülke vatandaşı Türkiye'den toprak ve mülk ediniyor. Biz Türkler gidelim bakalım Yunanistan'a; mülk edinmek istediğimizde nelerle karşılaşırız? Yunanistan kendi tebaası olan Batı Trakyalı Türklerin bile mal-mülk edinmelerine imkân ve fırsat tanımıyor! O zaman adama sormazlar mı, burası yol geçen hanı mı? Nerede; uluslararası hukukun temelini teşkil eden mütekabiliyet esası?