Devlet-i ebed müddet geleneğini sürdürebilen birkaç milletten biriyiz. Cumhurbaşkanlığımızın forsunda remizlendirilen devletlerin çokluğu, Türk'ün devlet kurmaktaki liyakatini ve ona olan hayati bağlılığını ifade eder. Dünyamızda, geçen asrın başı ile sonu arasındaki devlet anlayışında ve yapılanmasında çok değişiklikler oldu. Bunda, bilim ve teknolojideki gelişmelerin mutlak etkisi inkar edilemez. Asrın başlarında amir olan devlet telakkisi, özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonra memur devlet anlayışına inkılap etmiştir. Devlet, halkının hizmet aracıdır. Halkının refah ve mutluluğu için şekillenir. Ona göre dizayn edilir. Halkı için vardır; halkına rağmen değil! Halklarına rağmen olan totaliter rejimler, zulümlerini kısa bir süre icra ettikten sonra yıkılıp gitmek zorunda kaldılar. Artık, son derece gelişen iletişim araçlarının önüne geçmenin imkan ve ihtimali kalmamıştır. Dünyanın herhangi bir merkezinde meydana gelen bir olay, gelişen bir hadise anında dünyanın dört bir yanına ulaşıyor. Ve, dünyada cereyan eden her şey, bütün insanlığın gözleri önünde vuku buluyor. Küreselleşme denen dünyanın bugünkü halinden her devlet ve millet, ister istemez nasibini alacaktır. Er veya geç ama, mutlaka alacaktır. Biz ise; fiilen katılmadığımız 2. Dünya Savaşı'ndan sonra, demokratik parlamenter sisteme geçmemize rağmen, devletimizi çağın gereklerine göre şekillendirip dönüştüremedik. Dolayısıyla demokrasimizi de geliştiremedik Ekonominin arslan payını devletin kontrolüne vermekle, ceberut bir bürokrasinin yeşerip yerleşmesine sebebiyet verdik. Bu hal, günlük politika peşinde koşan, şahsının ve partisinin çıkarlarını her şeyin üstünde gören eyyamcı politikacının da işine geldiğinden, değişmeden bu günlere kadar geldi. Öyle ya; politikacı ile bürokrat el ele vererek hem hükmedecek, hem de patronluk yapacak! Körün istediği bir gözdü; iki tane verilince, ne yapacağını o da şaşırdı! Her gelen yeni iktidar, krallara mahsus bu yetkileri bırakmak istemedi. Dünyaya rezil olma pahasına, güdük bir demokrasiyi içlerine sindirdiler. Millet, fakr-ü zaruret içinde idi ama, kendilerinin rahatı yerinde idi ya; böyle gelmiş böyle gider diyerek, her yeni gelen gideni aratır oldu! Başta AB ve altına imza koyduğumuz onca milletlerarası antlaşmalar; böyle gelmiş ama, böyle gitmez diyordu! Yumurta kapıya dayanınca, adına ulusal program diyerek, sürüyle mevzuat değişikliğine gideceğimizi beyan ettik. Anayasa ve yasalarımızı değiştirip, Avrupa normlarına uyarlayacağımızı vadettik. Bakalım bu sefer sözümüzde durabilecek miyiz? Devleti ekonomiden çekip, politikacıyı ve bürokratı yolsuzluk ve şaibeden kurtarabilirsek, devlet; arzulanan o mehabetli konumunu kazanacaktır. Ve, tabiatıyla devletliğini bilecektir! Milletine tepeden bakmayacak, onu güdülen bir sürü saymayacak; o varsa ben de varım diyecek ve onun hizmetine dört elle sarılacaktır. Nerede o günler?